Tılsımlar Mecmuası | Yirmi Dördüncü Mektup | 77
(65-80)
İşte o şuunat, iktiza ettikleri hayret-nümâ faaliyet içinde mevcudat, tebdil ve tağyir ile, zeval ve fenâ içinde sür'atle sevkediliyor.. mütemâdiyen âlem-i şehâdetten âlem-i gayba gönderiliyor.Ve o şuûnâtın cilveleri altında mahlûkat; dâimî bir seyr-ü seyelân, bir hareket ve cevelan içinde çalkalanmakta ve ehl-i gafletin kulaklarına, vaveylâ-i firak ve zevâli ve ehl-i hidâyetin sem'ine, velvele-i zikir ve tesbihi dağıtmakta-dırlar. Bu sırra binâen herbir mevcud Vâcib-ül-Vücudun bâkî şuunâtının tezâhürüne bâkî birer medar olacak mânaları, keyfiyetleri, hâletleri vücudda bırakıp öyle gidiyorlar. Hem o mevcud, bütün müddet-i hayatında geçirdiği etvar ve ahvâli, ilm-i ezelînin ünvanları olan İmam-ı Mübîn, Kitâb-ı Mübîn, Levh-i Mahfuz gibi vücud-u ilmî dairelerinde vücud-u hâricîsini temsil eden mufassal bir vücud dahi bırakıp öyle giderler. Demek her fânî; bir vücudu terkeder, binler bâkî vücudları kazanır, kazandırır. Meselâ: Nasılki hârikulâde bir fabrika makinesine âdî bâzı maddeler atılır; içinde yanarlar, zâhiren mahvolur; fakat o fabrikanın inbiklerinde çok kıymetdar kimya maddeleri ve edviyeler teressüb eder. Hem onun kuvvetiyle ve buharıyla o fabrikanın çarkları döner; bir taraftan kumaşları dokumasına, bir kısmı kitab tab'ına, bir kısmı da şeker gibi başka kıymetdar şeyleri îmal etmesine medâr oluyor ve hâkezâ... Demek o âdî maddelerin yanmasıyla ve zâhiren mahvolmasıyla, binler şeyler vücud buluyor.
Demek, âdî bir vücud gider; âlî çok vücudları irsiyet bırakır. İşte şu halde, o âdî maddeye yazık oldu denilir mi? Fabrika sâhibi neden ona acımadı, yandırdı; o sevimli maddeleri mahvetti şikâyet edilir mi? Aynen öyle de وَلِلَّهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى Hâlik-ı Hakîm ve Rahîm ve Vedûd; mukteza-yı rahmet ve hikmet ve vedûdiyet olarak, kâinat fabrikasına hareket veriyor; herbir vücud-u fânîyi, çok bâkî vücudlara çekirdek yapar; makasıd-ı Rabbaniyesine medâr eder; şuûnât-ı Sübhâniyyesine mazhar kılar; kalem-i kaderine mürekkep ittihaz eder ve kudretin dokumasına bir mekik yapar ve daha bilmediğimiz pekçok inâyât-ı galiyye ve makasıd-ı âliyye için, kendi faaliyet-i kudretiyle kâinatı faaliyete getirir. Zerratı cevelâna, mevcudatı seyerana, hayvanatı seyelâna, seyyaratı deverana getirir, kâinatı konuşturur; âyâtını ona sessiz söylettirir ve ona yazdırır. Ve mahlûkat-ı Arzıyyeyi, -Rububiyyeti noktasında- havayı, emir ve iradesine bir nevi arş; ve nur unsurunu, ilim ve hikmetine diğer bir arş; ve suyu, ihsan ve rahmetine başka bir arş; ve toprağı, hıfz ve ihyâsına bir çeşit arş yapmış. O arşlardan üçünü, mahlûkat-ı Arzıyye üstünde gezdiriyor.
Demek, âdî bir vücud gider; âlî çok vücudları irsiyet bırakır. İşte şu halde, o âdî maddeye yazık oldu denilir mi? Fabrika sâhibi neden ona acımadı, yandırdı; o sevimli maddeleri mahvetti şikâyet edilir mi? Aynen öyle de وَلِلَّهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى Hâlik-ı Hakîm ve Rahîm ve Vedûd; mukteza-yı rahmet ve hikmet ve vedûdiyet olarak, kâinat fabrikasına hareket veriyor; herbir vücud-u fânîyi, çok bâkî vücudlara çekirdek yapar; makasıd-ı Rabbaniyesine medâr eder; şuûnât-ı Sübhâniyyesine mazhar kılar; kalem-i kaderine mürekkep ittihaz eder ve kudretin dokumasına bir mekik yapar ve daha bilmediğimiz pekçok inâyât-ı galiyye ve makasıd-ı âliyye için, kendi faaliyet-i kudretiyle kâinatı faaliyete getirir. Zerratı cevelâna, mevcudatı seyerana, hayvanatı seyelâna, seyyaratı deverana getirir, kâinatı konuşturur; âyâtını ona sessiz söylettirir ve ona yazdırır. Ve mahlûkat-ı Arzıyyeyi, -Rububiyyeti noktasında- havayı, emir ve iradesine bir nevi arş; ve nur unsurunu, ilim ve hikmetine diğer bir arş; ve suyu, ihsan ve rahmetine başka bir arş; ve toprağı, hıfz ve ihyâsına bir çeşit arş yapmış. O arşlardan üçünü, mahlûkat-ı Arzıyye üstünde gezdiriyor.
Ses Yok