Tılsımlar Mecmuası | Yirmi Dördüncü Mektup | 74
(65-80)

Birinci İşaret:
اَوَّلاً :مَعَ اِسْتِحْفَاظِالْمَعانِ الْجَمِيلَةِ وَالْهُوُيَّاتِ الْمِثَالِيَّةِ
Fıkrası ifade ediyor ki: Bir mevcud vücuddan gittikten sonra, zâhiren kendisi ademe, fenâya gider; fakat ifade ettiği mânalar bâki kalır, mahfuz olur. Hüviyet-i misâliyesi ve sûreti ve mâhiyeti dahi âlem-i misâlde ve âlem-i misâlin nümuneleri olan elvah-ı mahfuzada; ve elvah-ı mahfuzanın nümuneleri olan kuvve-i hâfızalarda kalır. Demek, bir vücud-u sûrî kaybeder; yüzer vücud-u ma’nevî ve ilmî kazanır. Meselâ: Nasılki bir sahifenin tab'ına medâr olan matbaa hurufatına bir vaziyet ve bir tertib verilir ve bir sâhifenin tab'ına medar olur; ve o sâhife ise, sûretini ve hüviyetini, basılan müteaddid yapraklara verip ve mânalarını çok akıllara neşrettikten sonra; o matbaa hurufatının vaziyeti ve tertibi de değiştirilir. Çünki daha ona lüzum kalmadı, hem başka sahifelerin tab'ı lâzım geliyor. İşte aynen bunun gibi, şu mevcudat-ı Arziye hususan nebatiye, kalem-i kader-i İlâhî onlara bir tertib, bir vaziyet verir; bahar sâhifesinde kudret onları îcad eder ve güzel mânalarını ifade ederek, sûretleri ve hüviyetleri âlem-i Misâl gibi âlem-i Gaybın defterine geçtikleri için, hikmet iktiza ediyor ki; o vaziyet değişsin, tâ yeni gelecek diğer bahar sahifesi yazılsın, onlar dahi mânalarını ifade etsinler.
İkinci İşaret:

وَثَانِيًا : مَعَ اِنْتَاجِ الْحَقَائِقِ الْغَيْبِيَّةِ وَالنُّسُوجِ اْللَّوْحِيَّةِ
Bu fıkra işâret eder ki: Herbirşey -cüz'î olsun küllî olsun- vücuddan gittikten sonra (hususan zîhayat olsa) çok hakaik-ı gaybiye netice vermekle beraber; âlem-i Misâlin defterlerinde olan levh-i misâlî üstünde, etvar-ı hayatı adedince sûretleri bırakıp, o sûretlerden, mânidar olan ve mukadderat-ı hayatiye denilen sergüzeşt-i hayatiyeleri yazılır ve ruhâniyata bir mütalâagâh olur. Nasılki, meselâ bir çiçek vücuddan gider, fakat yüzer tohumcuklarını ve tohumcuklarda mahiyetini vücudda bırakmakla beraber; küçük elvah-ı mahfuzada ve elvah-ı mahfuzanın küçük nümuneleri olan hâfızalarda binler sûretini bırakıp, zîşuurlara etvar-ı hayatiyle ifade ettiği tesbihat-ı Rabbâniye ve nukuş-u Esmâiyeyi okutturur, sonra gider. Öyle de: Yer yüzünün saksısında güzel masnûatla münakkaş olan bahar mevsimi, bir çiçektir; zâhiren zeval bulur, ademe gider, fakat onun tohumları adedince ifade ettikleri hakaik-ı gaybiye ve çiçekleri adedince neşrettiği hüviyet-i misâliye ve mevcudatı adedince gösterdikleri hikmet-i Rabbâniyeyi kendine bedel olarak vücudda bırakıp sonra bizden saklanır. Hem o giden baharın arkadaşları olan sâir baharlara yer boşaltır, tâ onlar gelip vazife görsünler. Demek o bahar, zâhirî bir vücudu çıkarır; mânen bin vücud giyer.
Ses Yok