Tılsımlar Mecmuası | Yirmi Dördüncü Mektup | 76
(65-80)
Hem esmâ-i İlâhiyyenin iktiza ve istilzam etikleri hâlâtı gösteriyor ki... Meselâ: Rahîm ismi, şefkat etmek ister; Rezzak ismi, rızık vermek iktiza eder; Latîf ismi, lûtfet-mek istilzam eder.. ve hâkezâ... Bütün esmânın, birer birer mukte-zası vardır. İşte herbir zîhayat, hayatiyle ve vücudiyle o esmânın muktezasını göstermekle beraber; cihazatı adedince Sâni'-i Hakîme tesbihat yapıyorlar. Meselâ: Nasılki bir insan güzel meyveler yer, o meyveler mîdesinde dağılır, erir, zâhiren mahvolur; fakat ağzından, mîdesinden başka bütün hüceyrat-ı bedeniyyede faaliyetkârâne bir lezzet, bir zevk vermekle beraber aktâr-ı bedendeki vücudu ve hayatı beslemek ve idame-i hayat etmek gibi pekçok hikmetlerin vücuduna medar oluyor... O taam kendiside, vücud-u nebatîden hayat-ı insaniyye tabakasına çıkıyor, terakki ediyor. Aynen öyle de: Şu mevcudat zeval perdesinde saklandıkları vakit; onların yerinde herbirisinin pekçok tesbihatı bâkî kalmakla beraber, pekçok Esmâ-i İlâhiyyenin de nukuşlarını ve mukteziyatını o esmânın ellerine bırakır. Yâni bir vücud-u bâkıyeye tevdi' ederler, öyle giderler. Acaba fâni ve muvakkat bir vücudun gitmesiyle onun yerine bir nevi bekaya mazhar binler vücud kalsa; denilir mi ki, ona yazık oldu veyahut abes oldu veyahut şu sevimli mahluk neden gitti.. şekvâ edilebilir mi? Belki onun hakkındaki rahmet, hikmet, muhabbet öyle iktiza ediyorlar ve öyle olmak gerektir. Yoksa birtek zarar gelmemek için, binler menfaati terketmek lâzım gelir ki; o halde binler zarar olur. Demek; Rahîm, Hakîm ve Vedûd isimleri; zevale ve firaka muârız değiller, belki istilzam edip iktiza ediyorlar.
Beşinci İşâret:
وَخامِسًا : لِظُهُورِ الْشُّئُونَاتِ السُّبْحَانِيَّةِ وَالْمَشَاهِدِ

fıkrası ifade ediyor ki: “Mevcudat -hususan zîhayat olanlar- vücud-u sûrîden gittikten sonra, bâkî çok şeyleri bırakırlar, öyle giderler...” İkinci Remizde beyan edildiği gibi, Zât-ı Vâcib-ül-Vücûdun kudsiyet ve istiğna-i kemaline muvafık bir tarzda ve ona lâyık bir sûrette; hadsiz bir muhabbet, nihayetsiz bir şefkat, gayetsiz bir iftihar, -tâbiri câiz ise- mukaddes hadsiz bir memnuniyet, bir sevinç -tâbirde hatâ olmasın- hadsiz bir lezzet-i mukaddese, bir ferah-ı münezzeh şuûnât-ı Rubûbiyyetinde bulunur ki; onların âsârı bilmüşâhede görünüyor.
Ses Yok