Tılsımlar Mecmuası | Yirmidokuzuncu Sözün İkinci Maksadı | 106
(103-122)
emrîdir. Halbuki; en zaif olan kavânîn-i emriyye, sebat ve bekaya mazhardırlar. Çünki: Dikkat edilse, mâruz-u tegayyür olan bütün nevilerde birer hakikat-ı sâbite vardır ki, bütün tagayyürat ve inkılâbât ve etvâr-ı hayat içinde yuvarlanarak suretler değiştirip, ölmiyerek, yaşıyarak bâkî kalıyor. İşte herbir şahs-ı insanî, mahiyyetinin câmiiyyetiyle ve küllî şuûruyla ve umumî tasavvuratıyla bir şahıs iken, bir nev' hükmüne geçmiştir. Bir nev'e gelen ve cârî olan kanun, o şahs-ı insânîde dahi cârîdir. Madem Fâtır-ı Zülcelâl, insanı câmi' bir âyine ve küllî bir ubûdiyyetle ve ulvî bir mahiyyetle yaratmıştır. Her fertteki hakikat-ı ruhiyye, yüzbinler suret değiştirse, izn-i Rabbânî ile ölmiyecek, yaşıyarak geldiği gibi gidecek. öyle ise, o şahs-ı insânînin hakikat-i zîşuûru ve unsur-u zîhayatı olan ruhu dahi, ALLAH'ın emriyle, izni ile ve ibkasiyle daima bâkîdir.
DÖRDÜNCÜ MENBA': Ruha bir derece müşabih ve ikisi de âlem-i emirden ve iradeden geldiklerinden masdar itibariyle ruha bir derece muvafık, fakat yalnız vücud-u hissî olmayan nevilerde hükümran olan kavânîne dikkat edilse ve o namuslara bakılsa görünür ki: Eğer o kanun-u emrî, vücud-u haricî giyse idi, o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki o kanun daima bakîdir. Daima müstemir, sabittir. Hiçbir tagayyürat ve inkılâbat, o kanunların vahdetine te'sir etmez, bozmaz. Meselâ: Bir incir ağacı ölse, dağılsa; onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmiyerek bâkî kalır. İşte mâdem en âdi ve zaif emrî kanunlar dahi böyle beka ile, devam ile alâkadardır. Elbette ruh-u insanî, değil yalnız beka ile, belki ebed-ül-âbâd ile alâkadar olmak lâzım gelir. Çünki: Ruh dahi Kur'anın nassı ile, قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبِّى ferman-ı celîli ile âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u zîşuûr ve bir nâmus-u zîhayattır ki; Kudret-i Ezeliyye, ona vücud-u haricî giydirmiş.Demek, nasılki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuûrsuz kavânin, daima veya ağleben bâkî kalıyor.Aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi ve âlem-i emirden gelen ruh, bekaya mazhar olmak daha ziyade kat'îdir, lâyıktır. Çünki: Zîvücuddur, hakikat-ı hariciyye sahibidir. Hem onlardan daha kavidir, daha ulvîdir. Çünki: Zîşuûrdur. Hem onlardan daha daimîdir, daha kıymetdârdır. Çünki:Zîhayattır.
DÖRDÜNCÜ MENBA': Ruha bir derece müşabih ve ikisi de âlem-i emirden ve iradeden geldiklerinden masdar itibariyle ruha bir derece muvafık, fakat yalnız vücud-u hissî olmayan nevilerde hükümran olan kavânîne dikkat edilse ve o namuslara bakılsa görünür ki: Eğer o kanun-u emrî, vücud-u haricî giyse idi, o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki o kanun daima bakîdir. Daima müstemir, sabittir. Hiçbir tagayyürat ve inkılâbat, o kanunların vahdetine te'sir etmez, bozmaz. Meselâ: Bir incir ağacı ölse, dağılsa; onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmiyerek bâkî kalır. İşte mâdem en âdi ve zaif emrî kanunlar dahi böyle beka ile, devam ile alâkadardır. Elbette ruh-u insanî, değil yalnız beka ile, belki ebed-ül-âbâd ile alâkadar olmak lâzım gelir. Çünki: Ruh dahi Kur'anın nassı ile, قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبِّى ferman-ı celîli ile âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u zîşuûr ve bir nâmus-u zîhayattır ki; Kudret-i Ezeliyye, ona vücud-u haricî giydirmiş.Demek, nasılki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuûrsuz kavânin, daima veya ağleben bâkî kalıyor.Aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi ve âlem-i emirden gelen ruh, bekaya mazhar olmak daha ziyade kat'îdir, lâyıktır. Çünki: Zîvücuddur, hakikat-ı hariciyye sahibidir. Hem onlardan daha kavidir, daha ulvîdir. Çünki: Zîşuûrdur. Hem onlardan daha daimîdir, daha kıymetdârdır. Çünki:Zîhayattır.
İkinci Esas
Saadet-i ebediyyeye muktazî vardır ve o saadeti verecek Fâil-i Zülcelâl de muktedirdir.Ses Yok