Tılsımlar Mecmuası | Yirmidokuzuncu Sözün İkinci Maksadı | 112
(103-122)
ile rızkı yazılı olduğuna ve rızkı üstünde isminin yazılı olmasına işaret eder. Acaba mümkün müdür ki: Bu derece nihayetsiz bir kudret ve muhît bir hikmet ile Rubûbiyyet eden ve zerrattan tâ Seyyarata kadar bütün mevcudatı kabza-i tasarrufunda tutmuş ve intizam ve mizan dairesinde döndüren Sâni-i Zülcelâl, "Neş'e-i uhrâ"yı yapmasın veya yapamasın! İşte çok âyât-ı Kur'aniyye, şu hikmetli neş'e-i ûlâyı nazar-ı beşere vaz'ediyor. Haşir ve kıyâmetdeki neş'e-i uhrâyı ona temsil ederek istib'âdı izâle eder. Der: قُلْ يُحْيِهَا الَّذِى اَنْشَاَ هَآ اَوَّلَ مَرَّةٍ Yâni: "Sizi hiçten bu derece hikmetli bir surette kim inşa etmiş ise, odur ki, sizi âhirette dirilecetir." Hem der ki: وَهُوَ الَّذِى يَبْدَؤُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعٍيدُهُ وَهُوَ اَهْوَنُ عَلَيْهِ Yâni: "Sizin haşirde iadeniz, dirilmeniz, dünyadaki hilkatinizden daha kolay, daha rahattır." Nasılki bir taburun askerleri, istirahat için dağılsa, sonra bir boru ile çağrılsa kolay bir surette tabur bayrağı altında toplanmaları; yeniden bir tabur teşkil etmekten çok kolay ve ve çok rahattır. Öyle de: "Bir bedende birbiriyle imtizac ile ünsiyet ve münasebet peyda eden zerrat-ı esasiyye, Hazret-i İsrafil Aleyhisselâmın Sûru ile Hâlik-ı Zulcelâlin emrine "Lebbeyk" demeleri ve toplanmaları; aklen birinci îcattan daha kolay, daha mümkündür. Hem, bütün zerrelerin toplanmaları belki lâzım değil. Nüveler ve tohumlar hükmünde olan ve Hadîste عَجْبُ الذَّنَبْ tâbir edilen eczâ-i esasiyye ve zerrat-ı asliyye, ikinci neş'e için kâfi bir esastır, temeldir. Sâni-i Hakîm, beden-i insanîyi onların üstünde bina eder. Üçüncü âyet olan وَمَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ gibi âyetlerin işaret ettikleri kıyâs-ı adlînin hulâsası şudur ki:
Âlemde çok görüyoruz ki: Zâlim, fâcir, gaddar insanlar gayet refah ve rahatla ve mazlûm ve mütedeyyin adamlar gayet zahmet ve zillet ile ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini müsavi kılar. Eğer şu müsavat, nihayetsiz ise, bir nihayeti yoksa, zulüm görünür. Halbuki: Zulümden tenezzühü, kâinatın şehadetiyle sabit olan adâlet ve hikmet-i İlâhiyye, bu zulmü hiçbir cihetle kabul etmediğinden; bilbedâhe bir mecma'-i âheri iktiza ederler ki; birinci, cezasını; ikinci, mükâfatını görsün. Tâ, şu intizamsız, perişan beşer, istidadına münasib tecziye ve mükâfat
Âlemde çok görüyoruz ki: Zâlim, fâcir, gaddar insanlar gayet refah ve rahatla ve mazlûm ve mütedeyyin adamlar gayet zahmet ve zillet ile ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini müsavi kılar. Eğer şu müsavat, nihayetsiz ise, bir nihayeti yoksa, zulüm görünür. Halbuki: Zulümden tenezzühü, kâinatın şehadetiyle sabit olan adâlet ve hikmet-i İlâhiyye, bu zulmü hiçbir cihetle kabul etmediğinden; bilbedâhe bir mecma'-i âheri iktiza ederler ki; birinci, cezasını; ikinci, mükâfatını görsün. Tâ, şu intizamsız, perişan beşer, istidadına münasib tecziye ve mükâfat
Ses Yok