Birinci Tarîk: Bil-asâle doğrudan doğruya berzahsız, hicabsızdır. Şu yol, Nübüvvetin tarîkını temsil eder.
İkinci Yol: Berzahlar tavassut eder. Âyine ve mazharların kabiliyetleri, Şems’in cilvelerine birer renk takıyor. Şu yol ise, velâyet mesleğini temsil eder.
İşte “Zühre”, “Katre”, “Reşha” herbirisi evvelki yolda diyebilirler ki: “Ben umum âlem Güneşinin bir âyinesiyim.” Fakat ikinci yolda öyle diyemez. Belki, “Ben kendi güneşimin âyinesiyim, veyahut nev’ime tecelli eden güneşin âyinesiyim” der. Çünki: Güneş’i öyle tanıyor. Bütün âleme bakar bir Güneş’i göremiyor. Halbuki o şahsın veyahut nev’inin veya cinsinin Güneşi, dar berzah içinde mahdud bir kayıd altında ona görünüyor. Halbuki kayıdsız, berzahsız, mutlak Güneş’in âsârını o mukayyed Güneş’e veremiyor. Çünki: Bütün yeryüzünü ısıtmak, tenvir etmek, umum nebâtat, hayvanatın hayatlarını tahrik etmek ve seyyaratı etrafında döndürmek gibi haşmet-nümâ eserleri; o dar kayıd ve mahdud berzah içinde gördüğü Güneş’e, şuhud-u kalbî ile veremiyor. Belki o âsâr-ı acîbeyi, eğer o şuurlu farzettiğimiz üç şey, o kayıd altında gördüğü Güneş’e verse de; sırf aklî ve îmanî bir tarzda ve o mukayyed, ayn-ı mutlak olduğunu bir teslimiyyet ile verebilir. Fakat o, insân gibi akıllı farzettiğimiz “Zühre”, “Katre”, “Reşha” şu hükümleri, yâni pek büyük âsârı güneşlerine isnad etmeleri aklîdir, şuhudî değil. Belki bâzan hükm-ü îmanîleri, şuhud-u kevniyyelerine müsademe eder. Pek güçlükle inanabilirler.
İşte hakîkata dar gelen ve bâzı köşelerinde hakîkatın âzaları görünen ve hakîkatla karışık şu temsil içine üçümüz de girmeliyiz. Üçümüz de kendimizi “Zühre”, “Katre”, “Reşha” farzedeceğiz. Zira onlarda farzettiğimiz şuur kâfi gelmiyor. Biz aklımızı dahi onlara katmalıyız. Yâni onlar maddî güneşlerinden nasıl feyiz alıyorlar, biz de ma’nevî güneşimizden öyle alıyoruz, anlamalıyız.
İşte, sen ey dünyayı unutmayan ve maddiyata tevağğul eden ve nefsi kesafet peyda eden arkadaş! Sen “Zühre” ol. Nasılki o “Zühre” çiçeği, Ziyâ-yı Şems’ten inhilâl etmiş bir renk alıyor. Ve o bir renk içinde Şems’in timsalini karıştırıp kendine zînetli bir sûret giydiriyor. Zira senin istidadın dahi ona benzer. Hem şu esbaba dalmış Eski Said gibi mektebli feylesof ise, Kamer’e âşık olan “Katre” olsun ki; Kamer, Güneş’ten aldığı ziyâ zıllini ona verir ve onun gözbebeğine bir nur verir. O da o nur ile parlar. Fakat o “Katre” o nur ile yalnız Kamer’i görür. Güneş’i göremez. Belki îmanıyla görebilir.