Daha sâir fıkraları buna kıyas et. Şöyle ki: Başta diyor: “Ahkâm-ı İlâhiyyeyi tebliğ et. Sen kâhin değilsin. Zira kâhinin sözleri, karışık ve tahminîdir. Seninki, hak ve yakînîdir. Mecnun olamazsın, düşmanın dahi senin kemâl-i aklına şehadet eder.
Âyâ, acaba muhâkemesiz âmi kâfirler gibi, sana şâir mi diyorlar. Senin helâketini mi bekliyorlar. Sen, de: “Bekleyiniz. Ben de bekliyorum.” Senin parlak büyük hakîkatlerin, şiirin hayalatından münezzeh ve tezyinâtından müstağnidir.
Yahut; acaba akıllarına güvenen akılsız feylesoflar gibi, “Aklımız bize yeter” deyip sana ittibâdan istinkaf mı ederler. Halbuki akıl ise, sana ittibaı emreder. Çünki: Bütün dediğin makuldür. Fakat, akıl kendi başıyla ona yetişemez.
Yahut: İnkârlarına sebeb, tâgî zâlimler gibi, Hakk’a serfüru etmemeleri midir! Halbuki mütecebbir zalimlerin rüesâları olan Firavunların, Nemrudların âkibetleri mâlûmdur.
Veyahut: Yalancı, vicdansız münafıklar gibi Kur’an senin sözlerindir diye seni ittiham mı ediyorlar! Halbuki, tâ şimdiye kadar sana Muhammed-ül Emin diyerek içlerinde seni en doğru sözlü biliyorlardı. Demek onların imânâ niyetleri yoktur. Yoksa Kur’anın âsâr-ı beşeriyye içinde bir nazîrini bulsunlar.
Veyahut: Kâinatı abes ve gayesiz îtikad eden felâsife-i abesiyyûn gibi kendilerini başıboş, hikmetsiz, gayesiz, vazifesiz, Hâlıksız mı zannediyorlar! Acaba gözleri kör olmuş, görmüyorlar mı ki, kâinat baştan aşağıya kadar hikmetlerle müzeyyen ve gayelerle müsmirdir ve mevcûdât, zerrelerden Güneşlere kadar vazifelerle muvazzaftır ve evâmir-i İlâhiyyeye musahharlardır.
Veyahut: Firavunlaşmış maddiyyûn gibi, “Kendi kendine oluyorlar. Kendi kendini besliyorlar. Kendilerine lâzım olan herşeyi yaratıyorlar” mı tahayyül ediyorlar ki, îmândan, ubûdiyetten istinkâf ederler.