“Size böyle ni’met eden zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız.” Hem remzen der: “Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip istib’ad ediyorsunuz. Hem semâvat ve arzı halkeden, semâvat ve arzın meyvesi olan insânın hayat ve mematından âciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi? Bütün ağacın neticesini terketmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat şeceresini abes ve beyhude yapar mı zannedersiniz?” Der: “Haşirde sizi ihya edecek zât, öyle bir zâttır ki; bütün kâinat, ona emirber nefer hükmündedir. “Emr-i kün feyekûn”e karşı kemâl-i inkıyad ile serfüru’ eder. Bir baharı halketmek bir çiçek kadar ona ehven gelir. Bütün hayvanatı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir zâttır. Öyle bir Zâta karşı deyip kudretine karşı taciz ile meydan okunmaz...
Sonra
tâbiriyle: Herşeyin dizgini elinde, herşeyin anahtarı yanında, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitab sahifeleri gibi kolayca çevirir. Dünya ve âhireti, iki menzil gibi bunu kapar, onu açar bir Kadîr-i Zülcelâl’dir.” Mâdem böyledir, bütün delâilin neticesi olarak
Yâni: “Kabirden sizi ihya edip, haşre getirip, Huzur-u Kibriyâsında hesabınızı görecektir. İşte şu âyetler, haşrin kabûlüne zihni müheyya etti. Kalbi de hâzır etti. Çünki: Nazairini dünyevî ef’al ile de gösterdi.
Hem kâh oluyor ki, ef’al-i uhreviyyesini öyle bir tarzda zikreder ki; dünyevî nazairlerini ihsas etsin, tâ istib’ad ve inkâra meydan kalmasın.
Meselâ: ilh... Ve ilh...
Ve İşte şu sûrelerde kıyamet ve haşirdeki inkılabat-ı azîmeyi ve tasarrufat-ı Rubûbiyyeti öyle bir tarzda zikreder ki; insân onların nazîrelerini dünyada, meselâ güzde, baharda gördüğü için, kalbe dehşet verip akla sığmayan o inkılabatı kolayca kabûl eder. Şu üç sûrenin meal-i icmâlîsine işaret dahi pek uzun olur. Onun için birtek kelimeyi nümûne olarak göstereceğiz.