“Bu seyahat-ı cüz’îde, bir seyr-i umumî, bir uruc-u küllî var ki, tâ Sidret-ül Münteha’ya, tâ Kab-ı Kavseyn’e kadar, merâtib-i külliyye-i Esmâiyyede gözüne, kulağına tezahür eden âyât-ı Rabbâniyyeyi ve acaib-i san’at-ı İlâhiyyeyi işitmiş, görmüştür” der. O küçük, cüz’î seyahatı; küllî ve mahşer-i acaib bir seyahatın anahtarı hükmünde gösteriyor. Eğer zamir, Cenâb-ı Hakk’a raci’ olsa şöyle oluyor ki: “Bir abdini bir seyahatta huzuruna davet edip bir vazife ile tavzif etmek için Mescid-i Haram’dan mecma-i Enbiyâ olan Mescid-i Aksa’ya gönderip enbiyalarla görüştürüp bütün Enbiyaların usûl-ü dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra, tâ Kab-ı Kavseyn’e kadar mülk ü melekûtunda gezdirdi.” İşte, çendan o zât bir abddir, bir mi’rac-ı cüz’îde seyahat eder. Fakat bu abdde bütün kâinata taallûk eden bir emanet beraberdir. Hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem saadet-i ebediyyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenâb-ı Hak kendi zâtını bütün eşyayı işitir ve görür sıfatıyla tavsif eder. Tâ o emanet, o nur, o anahtarın cihan-şümûl hikmetlerini göstersin.
Hem meselâ:
İşte şu sûrede, “Semâvat ve arzın Fâtır-ı Zülcelâli, semâvat ve arzı öyle bir tarzda tezyin edip âsâr-ı kemâlini göstermekle hadsiz seyircilerinden Fâtır’ına hadsiz medh ü senalar ettiriyor ve öyle de hadsiz ni’metlerle süslendirmiş ki, semâ ve zemin bütün ni’metlerin ve ni’metdîdelerin lisanlarıyla o Fâtır-ı Rahmân’ına nihayetsiz hamd ve sitayiş ederler.” dedikten sonra, yerin şehirleri ve memleketleri içinde Fâtır’ın verdiği cihazât ve kanatlarıyla seyr ü seyahat eden insânlarla hayvanat ve tuyur gibi; semâvî saraylar olan yıldızlar ve ulvî memleketleri olan burçlarda gezmek ve tayeran etmek için, o memleketin sekeneleri olan meleklerine kanat veren Zât-ı Zülcelâl, elbette herşeye kadir olmak lâzım gelir. Bir sineğe, bir meyveden bir meyveye; bir serçeye, bir ağaçtan bir ağaca uçmak kanadını veren, Zühre’den Müşteri’ye, Müşteri’den Zühal’e uçacak kanatları o veriyor. Hem Melâikeler, sekene-i zemin gibi cüz’iyyete münhasır değiller, bir mekân-ı muayyen onları kaydedemiyor. Bir vakitte dört veya daha ziyâde yıldızlarda bulunduğuna işaret:
kelimeleriyle tafsil verir.