Meselâ: Nasılki, bir pâdişah-ı âli, (Hâşiye) sana bir elmayı ihsan etse, o elmaya iki muhabbet ve onda iki lezzet var: Biri; elma, elma olduğu için sevilir. Ve elmaya mahsus ve elma kadar bir lezzet var. Şu muhabbet pâdişaha ait değil. Belki, huzurunda o elmayı ağzına atıp yiyen adam, pâdişahı değil, elmayı sever ve nefsine muhabbet eder. Bâzan olur ki: pâdişah o nefisperverane olan muhabbeti beğenmez, ondan nefret eder. Hem elma lezzeti dahi cüz’îdir. Hem zeval bulur; elmayı yedikten sonra o lezzet dahi gider, bir teessüf kalır. İkinci muhabbet ise: Elma içindeki elma ile gösterilen iltifatat-ı şâhânedir. Güya o elma, iltifat-ı şâhânenin nümûnesi ve mücessemidir, diye başına koyan adam, pâdişahı sevdiğini izhar eder. Hem iltifatın gılâfı olan o meyvede öyle bir lezzet var ki, bin elma lezzetinin fevkındedir. İşte şu lezzet ayn-ı şükrandır. Şu muhabbet, pâdişaha karşı hürmetli bir muhabbettir.
Aynen onun gibi bütün ni’metlere ve meyvelere, zâtları için muhabbet edilse, yalnız maddî lezzetleriyle gafilâne telezzüz etse, o muhabbet nefsanîdir. O lezzetler de geçici ve elemlidir. Eğer Cenâb-ı Hakk’ın iltifatat-ı rahmeti ve ihsanatının meyveleri cihetiyle sevse ve o ihsan ve iltifatatın derece-i lütuflarını takdir etmek suretinde kemâl-i iştiha ile lezzet alsa; hem ma’nevî bir şükür, hem elemsiz bir lezzettir...
ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Cenâb-ı Hakk’ın esmâsına karşı olan muhabbetin tabakatı var: Sâbıkan beyân ettiğimiz gibi; bâzan âsâra muhabbet suretiyle esmâyı sever. Bâzan esmâyı, kemalât-ı İlâhiyyenin ünvânları olduğu cihetle sever. Bâzan insân, câmiiyyet-i mâhiyet cihetiyle hadsiz ihtiyâcât noktasında esmâya muhtaç ve müştak olur. Ve o ihtiyâcla sever.
Meselâ: Sen bütün şefkat ettiğin akraba ve fukarâ ve zaif ve muhtaç mahlûkata karşı âcizâne istimdad ihtiyâcını hissettiğin halde; biri çıksa, istediğin gibi onlara iyilik etse, o zâtın in’am edici ünvanı ve kerîm ismi ne kadar senin hoşuna gider, ne kadar o zâtı, o ünvân ile seversin. Öyle de: Yalnız Cenâb-ı Hakk’ın Rahmân ve Rahîm isimlerini düşün ki: Sen sevdiğin ve şefkat ettiğin bütün mü’min âbâ ve ecdâdını ve akraba ve ahbabını dünyada ni’metlerin envâiyle ve Cennet’te envâ-i lezâiz ile ve saadet-i ebediyyede onları sana gösterip ve kendini onlara göstermesiyle mes’ud ettiği cihette o “Rahmân” ismi ve “Rahîm” ünvânı, ne kadar sevilmeğe lâyıktırlar ve ne derece o iki isme rûh-u beşer muhtaç olduğunu kıyas edebilirsin.
Hâşiye: Bir zaman iki aşiret reisi, bir pâdişahın huzuruna girmişler, yazılan aynı vaziyette bulunmuşlar.