Hem kâinat kalbindeki ciddî aşk, bir Mâşuk-u Lâyezâlî’yi gösterir. Evet, ağacın mâhiyetinde olmayan bir şey, esaslı bir surette meyvesinde bulunmadığı delâletiyle; şecere-i kâinatın hassas meyvesi olan nev’-i insândaki ciddî aşk-ı lâhûtî gösterir ki; bütün kâinatta -fakat başka şekillerde- hakikî aşk ve muhabbet bulunuyor. Öyle ise kalb-i kâinattaki şu hakikî muhabbet ve aşk, bir Mahbub-u Ezelî’yi gösterir. Hem kâinatın sinesinde çok suretlerde tezahür eden incizablar, cezbeler, cazibeler; ezelî bir hakîkat-ı câzibedârın cezbiyle olduğunu hüşyar kalblere gösterir. Hem mahlûkatın en hassas ve nuranî tâifesi olan ehl-i keşf ve velâyetin ittifakıyla, zevk ve şuhuda istinad ederek: Bir Cemîl-i Zülcelâl’in cilvesine, tecellisine mazhar olduklarını ve o Celîl-i Zülcemâl’in (kendini) tanıttırılmasına ve sevdirilmesine zevk ile muttali olduklarını, müttefikan haber vermeleri, yine bir Zât-ı Vâcib-ül Vücûd’un, bir Cemil-i Zülcelâl’in vücûduna ve insânlara kendini tanıttırmasına kat’iyyen şehadet eder. Hem kâinat yüzünde ve mevcûdât üstünde işleyen kalem-i tahsin ve tezyin; o kalem sahibi zâtın esmâsının güzelliğini vâzıhan gösteriyor.
İşte kâinat yüzündeki cemâl ve kalbindeki aşk ve sinesindeki incizab ve gözlerindeki keşf ve şuhud ve hey’âtındaki hüsün ve tezyinat; pek lâtif, nuranî bir pencere açar. Onun ile, bütün esması cemîle bir Cemil-i Zülcelâl’i ve bir Mahbub-u Lâyezalî’yi ve bir Mâbud-u Lemyezel’i, hüşyar olan akıl ve kalblere gösterir. İşte ey maddiyat karanlığında, evham zulümatında, boğucu şübehat içinde çırpınan gafil! Kendine gel. İnsaniyyete lâyık bir sûrette yüksel. Şu dört delik ile bak; cemâl-i vahdeti gör, kemâl-i Îmanı kazan, hakikî insân ol!..
Kâinatta,“esbab ve müsebbebat” görünen eşyaya bakıyoruz ve görüyoruz ki: En âlâ bir sebeb, en âdi bir müsebbebe kuvveti yetmiyor. Demek esbab bir perdedir. Müsebbebleri yapan başkadır. Meselâ; hadsiz masnûattan yalnız cüz’î bir misâl olarak insân başı içinde bir hardal küçüklüğünde bir yerde yerleştirilen kuvve-i hâfızaya bakıyoruz. Görüyoruz ki: Öyle bir câmi’ kitap belki kütüphane hükmündedir ki, bütün sergüzeşt-i hayatı, içinde karıştırılmaksızın yazılıyor.