Ezcümle: Kâinatta görünen hüsn-ü san’at dahi risâlet-i Ahmediyeye (A.S.M.) delâlet ve şehâdet eden kat’i bir delildir. Zîra, şu zînetli masnûatın cemâli, hüsn-i san’at ve zîneti izhar eder. San’at ve sûretin güzelliği, Sânide güzelleştirmek ve zînetlendirmek isteği mevcûd olduğuna delâlet eder. Güzelleştirmek ve zînetlendirmek sıfatları, Sâniin san’atına olan muhabbetine delâlet eder. Bu muhabbet ise, masnûatın en ekmeli insan olduğuna delildir. Çünkü, o muhabbetin mazhar ve medârı insandır. İnsan dahi masnûatın en câmi’ ve en garîbi olduğundan şecere-i hilkate bir semere-i şuuriyedir. İnsan bir semere gibi olduğu cihetle kâinatın eczası arasında en câmi’ ve ba’id bir cüz’dür. İnsan, zîşuur ve câmi olduğu cihetle, nazarı âmm, şuuru küllî olur. Nazarı âmm olduğundan şecere-i hilkati tamamiyle görür; şuuru da küllî olduğundan Sâniin makasıdını bilir. Öyle ise, insan Sâniin muhatab-ı hâssıdır.
Evet âmm ve şümûllü olan nazar ve şuurunu Sâniin ibâdetine ve muhabbetine sarf ve san’atını istihsan, takdir ve teşhirine tevcih ve ni’metlerinin şükrüne isti’mal eden bir ferd, verdiği ni’metlere karşı şükür isteyen ve yarattığı mahlûkatı ibâdete, şükre dâvet eden Sâniin has muhatab ve habibidir.
Ey insanlar! Zikredilen ahvâl ve şuunatla muttasıf olan Hazret-i Muhammed’in (A.S.M.) Sâniin o ferd-i ferîd dediğimiz muhatab-ı hâssı olmamasına imkân var mıdır? Ve tarihinizin gösterdiği nev’-i beşerden en büyük insanlar arasında, bu makama daha lâyık diğer bir şahıs var mıdır?
Ey gözleri sağlam ve kalbleri kör olmayan insanlar! Bakınız, insan âleminde iki dâire ve iki levha vardır:
Birinci dâire: Rubûbiyet dâiresidir.
İkinci dâire: Ubûdiyet dâiresidir.
Birinci levha: Hüsn-ü san’attır.
İkinci levha ise: Tefekkür ve istihsandır.