Mesnevî-i Nûriye | Katre | 59
(50-75)

Hem kanunlar ve nevâmis denilen şeyler, ancak ilim ile irâde ve emrin enva’a olan tecellilerinin isimleridir. Evet kanun emirdendir, nâmûs irâdedendir. İşte, kâinat müsebbebatın lîsaniyle

ile Hâlık-ı Hakîki’yi ilân ediyor.

Ve keza, kâinat sahifesinde pek büyük bir itina ve ihtimam ile hârika bir tarzda yazılan nakışlar, münferiden ve müctemian, gayri mütenahi bir kudreti iktizâ ettiklerinden, kâinat da bir Vâcibü’l-Vücûd, bir Hâlıkı Kadîrin vücûduna bizzarûre delâlet eder ki, o Hâlık’ın te’sir-i kudretine nihayet olmadığından, şeriklerden bilbedâhe müstağnidir, şerike ihtiyacı yoktur.

Maahazâ, şerik hadd-i zâtında mümteni’dir. Bir ferdinin vücûdu mümkün değildir. Çünkü kudret-i kâmilenin te’siri gayr-i mütenahidir. Şerik olduğu takdirde, kudretin te’siri mahdud olur. Mütenahi olmadığı halde mütenahi olur, inkıtaa uğrar. Bu ise, birkaç cihetten muhaldir. Öyle ise istiklâl ve infirad, ulûhiyet için zâtî hâssalardır.

Maahazâ, şerike bir mahal, bir makam, bir imkân-ı zâtî yoktur. Ve şerikin vücûdu hakkında ne bir delil ve ne de bir delilden neş’et eden bir ihtimal ve ne de bir emâre ve kâinatın hiç bir cihetinde şerike bir mevzi yoktur. Bilâkis hangi şeye, hangi cihete bakılırsa tevhid sikkesi görünür. Demek müessir-i hakîki ancak ve ancak Allah’tır.

Evet insan kâinatın en eşrefi ve esbâb içinde ihtiyarı en geniş olduğu halde, ef’al-i ihtiyarîsi içinde yemek ve içmek gibi en âdi bir fiilinde, yüz cüz’ünden ancak bir cüz’ü insana âid olabilir. Esbâbın sultanı olan insan, böyle eli bağlı, te’sirsiz olursa öteki esbâb-ı câmide ne halt edebilir?

İşte kâinat şu hakîkatten tebarüz eden vücûd ve vahdet lîsaniyle

yu tilâvet eder.

Ve keza, kâinatın bütün eczâ ve zerrâtına tecelli eden esmâ-i İlâhîye arasındaki tesanüd, yâni birbirine dayanarak tecelli ettikleri bir temazüç,yâni elvan-ı seb’a gibi birbiriyle memzuc olarak eşyayı cilvelendirdikleri eserleri bir olduğu gibi, müsemmalarının da vâhid, ehad olduğuna şehâdet eder.

Dinle
-