Demek ma’nevî olan hastalıklar, insanları aklî ilimlere teşvik ve sevk eder. Ve akliyat ile iştigal eden, emraz-ı kalbiyeye mübtelâ olur.
Ve keza, dünyanın iki yüzünü gördüm:
Bir yüzü: Az çok zâhirî bir ünsiyet, bir güzelliği varsa da, bâtını ve içi dâimî bir vahşet ile doludur.
İkinci yüzü: Filcümle zâhiren vahşetli ise de, bâtınen dâimî bir ünsiyetle doludur. Kur’ân-ı Azîmüşşan, nazarları âhiret ile muttasıl olan ikinci veche tevcih eder. Birinci vecih ise, âhiretin zıddı olup ademle muttasıldır.
Ve keza, mümkinatın da iki vechi vardır:
Birisi: Enâniyet ile vücûddur. Bu ise, ademe gider ve ademe kalbolur.
İkincisi: Enâniyetin terkiyle ademdir. Bu ise, Vâcib-ül Vücûd’a bakar bir vücûd kazanır. Binâenaleyh, vücûd istersen, mün’adim ol ki vücûdu bulasın!..
Arkadaş! Bu niyet mes’elesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Evet niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdetleri, hareketleri ibâdete çeviren pek acib bir iksir ve bir mâyedir.
Ve keza, niyet, ölü ve meyyit olan hâletleri ihya eden ve canlı hayatlı ibâdetlere çeviren bir ruhtur.
Ve keza, niyette öyle bir hâsiyet vardır ki; seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder. Demek, niyet bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlâstır. Öyle ise necat halâs ancak ihlâs iledir. İşte bu hâsiyete binâendir ki; az bir zamanda çok ameller husûle gelir. Buna binâendir ki; az bir ömürde, Cennet (bütün lezaiz ve mehâsiniyle) kazanılır. Ve niyet ile insan dâimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.
Ve keza, dünyadaki lezzet ve ni’metlere iki cihetle bakılır:
Bir cihette, o ni’metlerin bir mün’im tarafından verildiği düşünülür. Ve nazar, o lezzetten in’am edene döner; onu düşünür. Mün’imi düşünmek lezzeti, ni’meti düşünmekten daha lezîzdir.