Mesnevî-i Nûriye | Katre | 67
(50-75)

Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasiyle başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların ba’zı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin. Binâenaleyh, eslâf-ı îzamın hikmetini bilmediğimiz ba’zı hallerini beğenmemek, sû-i zandır. Sû-i zan ise, maddî ve ma’nevî içtimâîyatı zedeler.

Arkadaş! Tahtelarz yaptığım hayalî bir seyahatta gördüğüm ba’zı hakîkatları zikredeceğim:

Birinci Hakîkat: Arkadaş! Mâlik-i hakîkiden gaflet, nefsin fir’avnluğuna sebeb olur. Evet, taht-ı tasarrufunda bulunan bütün eşyanın mâlik-i hakîkisini unutan, kendisini kendisine mâlik zannederek hâkimiyet tevehhümünde bulunur. Ve başkaları da, bilhassa esbâbı kendisine kıyas ile, hâkim ve mâlik defterine kaydeder. Ve bu vesîle ile, Allah’ın mülkünü, malını kendilerine taksim ederek ahkâm-ı İlâhîyeye karşı muaraza ve mübarezeye başlar.

Halbuki Cenâb-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, ulûhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasî vazifesini görüyor. Maalesef, sû-i ihtiyar ile hâkimiyet ve istiklâliyete âlet ederek tam bir fir’avn olur.

Arkadaş! Bu ince hakîkat, tam vuzuh ve zuhuriyle şöyle bana göründü ki: Gaflet suyu ile tenebbüt eden benlik, Hâlık’ın sıfatlarını fehmetmek için bir vâhid-i kıyastır. Çünkü insanlar görmedikleri şeyleri kıyas ve temsiller ile bilirler. Meselâ: Bir adam, Cenâb-ı Hakk’ın kudretini anlamak için bir taksimat yapar: “Buradan buraya benim kudretimdedir, bundan o yanı da O’nun kudretindedir” diye vehmî bir çizgi çizmekle mes’eleyi anlar. Sonra mevhum hattı bozar, hepsini de ona teslim eder. Çünkü nefis, nefsine mâlik olmadığı gibi cismine de mâlik değildir. Cismi, ancak acib bir makine-i İlâhîyedir. Kaza ve kader kalemiyle, kudret-i ezeliye (bir cilveciği) o makinede çalışıyor. Binâenaleyh, insan o fir’avnluk dâvasından vazgeçmekle, mülkü mâlikine teslim etsin, emanete hıyanet etmesin! Eğer hıyanetle bir zerreyi nefsine isnad ederse, Allah’ın mülkünü esbâb-ı câmideye taksim etmiş olacaktır.

İkinci Hakîkat: Ey nefs-i emmâre, katiyyen bil ki, senin husûsi ama pek geniş bir dünyan vardır ki; âmâl, ümit, taallûkat, ihtiyacat üzerine bina edilmiştir. En büyük temel taşı ve tek direği, senin vücûdun ve senin hayatındır. Halbuki o direk kurtludur. O temel taşı da çürüktür. Hülâsa, esastan fâsid ve zayıftır. Dâima harab olmağa hazırdır.

Dinle
-