Mesnevî-i Nûriye | Hubab | 100
(84-106)

Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir. Bir zaman, Beyt-üş-Şebab aşâirinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: “Sebeb nedir?” Dediler ki:

— “Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıyâ idiler.

Hâmisen: Enbiyâ’nın ekseri şarkta ve hükemânın ağlebi garbda gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz, fıtratına muvâfık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa’yiniz ya hebâen gider veya muvakkat, sathî kalır...

Sâdisen: Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan frenkler dindeki lâkaydlığınızdan pek fazla istifâde ettiler ve ediyorlar. Hatta diyebilirim ki, hasmınız kadar İslâma zarar veren, dinde ihmâlinizden istifâde eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet nâmına, bu ihmali a’mâle tebdil etmeniz gerektir. Görülmüyor mu ki, İttihadcılar o kadar hârika azm ü sebat ve fedakârlıklariyle, hatta İslâm’ın şu intibahına da bir sebeb oldukları halde, bir derece dinde lâübâlilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyîf gördüler. Hariçteki İslâmlar dindeki ihmâllerini görmedikleri için hürmeti verdiler.

Sâbian: Âlem-i küfür, bütün vesâitiyle, medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, -âlem-i İslâma- dînen galebe edemedi. Ve dahilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye de, birer kemmiye-i kalîle-i muzırra sûretinde mahkûm kaldığı; ve İslâmiyet metânetini ve salâbetini sünnet ve cemâatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâübâliyane, Avrupa medeniyet-i habîse kısmından süzülen bir cereyan-ı bid’atkârane, sinesinde yer tutamaz. Demek, âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâb-vâri bir iş görmek, İslâmiyetin desâtirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz. Hem olmamış, olmuş ise de çabuk ölüp, sönmüş...

Sâminen: Za’f-ı dîne sebeb olan Avrupa medeniyet-i sefîhânesi yırtılmağa yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’ân’ın zuhura yakın geldiği bir anda, lâkaydâne ve ihmalkârane müsbet bir iş görülmez.

Menfîce, tahribkârâne iş ise, bu kadar rahnelere ma’rûz kalan İslâm zâten muhtaç değildir.

Dinle
-