Mesnevî-i Nûriye | Hubab | 104
(84-106)

İ’lem Eyyühel-Aziz! Şu dünya hayatına muhabbetle müptelâ olan ba’zı insanlar, o hayatın vücûda gelmesinden maksad ve gaye, yalnız o hayata hizmet ve o hayatın bekası olup, başka bir fâidesi olmadığını, yâni, Fâtır-ı Hakîm’in zevilhayatta ve cevher-i insaniyette vedîa olarak koyduğu bütün cihâzât-ı acîbe ve techizât-ı hârikanın, seriüz zevâl olan şu hayatın hıfzı ile bekası için verildiğini zannediyorlar. Halbuki, kaziyye öyle olduğu takdirde, kâinattaki gayr-i mütenâhi nizamların şehâdetleriyle, sath-ı âlemde görünen hikmet, inâyet, intizam, adem-i abesiyete olan delil ve bürhanların, mâkûse olarak abesiyete, israfa, intizamsızlığa, adem-i hikmete delil ve bürhan olmaları lâzım gelecektir.

Arkadaş! Şu dünyevî hayatın fâideleri pek çoktur. O fâidelerden, hayat sâhibine tasarruf ve hizmeti nisbetinde bir hisse ayrıldıktan sonra bâki kalan gayeler, semereler Fâtır-ı Hakîm’e râcidir. Evet insan ve insanın hayatı, esmâ-i İlâhîyenin tecelliyatına bir tarladır. Ve Cennet’te rahmet-i İlâhîyenin enva’ının cilvelerine mazhardır. Ve hayat-ı uhreviyenin hârika ve gayr-i mütenâhi semereleri için bir fidanlık veya bir çekirdektir. Demek insan bir sefine kaptanı gibidir. Sefinenin gayr-i mahdud fâidelerinden, kaptanın alâka ve hizmeti nisbetinde kendisine verilir. Bâkî kalan kısmı sultana râcidir. İnsan da, sefine-i vücûdiyle alâkası derecesinde o vücûdun hayattar semerâtından hissesini alır. Mütebâkisi, Sultan-ı Ezelî’ye âidtir...

İ’lem Eyyühel-Aziz! Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve zînetleri, Hâlıkımızı, Mâlikimizi ve Mevlâmızı bilmediğimiz takdirde Cennet olsa bile Cehennem’dir. Evet öyle gördüm ve öyle de zevkettim. Bilhassa şefkatin ateşini söndürecek, “Mârifetullâh”dan başka bir şey var mıdır? Evet mârifetullah olduktan sonra, dünya lezzetlerine iştiha olmadığı gibi Cennet’e bile iştiyak geri kalır.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Dünyada cereyan eden ve husûle gelen her bir şeyin iki vechi vardır. Biri âhirete bakar ki, nefsül emirde en sâbit, en ağır bu vecihdir. İkincisi dünyaya, nefsine ve hevâya bakar. Bu vecih, hakaret, hıffet ve zevâlden öyle bir mevkidedir ki, kalbin teessürüne, teellümüne, ıztırabına, düşüncelerine bais olacak bir kıymette değildir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsanların öyle eblehleri vardır ki, şeffaf bir zerrede şemsin timsalini veya bir çiçeğin renginde şemsin tecellisini görse; şemsin o timsal ve tecellisinden, hakîki şemsin bütün levâzımatını, hatta âleme merkez olmasını ve seyyarata olan cezbini taleb edip isterler.

Dinle
-