Mesnevî-i Nûriye | Hubab | 105
(84-106)

Maahazâ, o zerrede veya o çiçekte gördüğü timsal ve tecellinin bir ârızadan dolayı kayboldukları zaman, basar ve basiretinin körlüğü dolayısiyle hakîki şemsin inkârına zehab ederler. Ve keza, o eblehler tecelli ile husule gelen vücûd-u zıllîyi, vücûd-u hakîki ve aslîden fark edemezler, birbiriyle iltibas ederler. Bunun için, bir şeyde şemsin timsalini, gölgesini gördükleri zaman, şemsin hararetini, ziyâsını ve sâir husûsiyâtını da istemeye başlarlar.

Ve keza, o eblehler sinek, böcek ve sâir küçük ve hasis şeylere bakarken, onlarda pek yüksek bir eser-i san’at ve hikmet görmekle, derler: “Sâni bunlara pek fazla ehemmiyet vermiştir. Bir sineğin ne kıymeti olabilir ki bu kadar masraflara, külfetlere mahal olsun?”

Arkadaş! Bu gibi eblehleri ikna’ ve işkallerini def’ için, dört şey’in bilinmesi lâzımdır.

Birincisi: Cenâb-ı Hakk’ın rubûbiyetinin kemâliyle alâkadar olan her şey Onu tavsif eder. Fakat, o şeyin, rubûbiyetine mazhar olduğu münâsebetiyle, kemâlinin de mahall-i tecellisi olur. Fakat, o kemâl ile muttasıf olamaz.

İkincisi: Her şeyden Cenâb-ı Hakk’ın nuruna bir kapı açılır. Bu kapılardan birisinin kapanması, gayr-i mütenâhi sâir kapıların da kapanmasını istilzam etmez. Fakat, hepsinin bir miftah ile açılması mümkündür.

Üçüncüsü: İlm-i muhitten in’ikas eden kader, her şeyde esmâ-i nuriyeden bir hisse tersim etmiştir.

Dördüncüsü:

Bu âyetlerin sarâhatine göre, her şeyin vücûdu “Kün” emriyle bağlı olduğu gibi; bütün eşyanın îcad ve sonradan ihyaları, bir nefs-i vâhidenin îcad ve ihyası gibidir. Demek îcad, Cenâb-ı Hakk’a isnad edilirse, bu kadar rahat ve kolay olur. Amma esbâba veya eşyânın kendilerine isnad edildiği zaman, bütün ukalânın ve eblehlerin hükümlerinden neş’et eden muhalâtı kabul etmeleri lâzım gelir...

Dinle
-