Güya o nefsin fevkinde onun bütün ahvâlini kontrol eden kimse yoktur. Ve kendisini, yaptığı fiillerinde fiil içinde müstetir “Hû” gibi görüyor. Tecelliyatın genişliğini imtinaa, büyüklüğünü ademe hamletmekle şeytanı bile yaptığı mugalâtadan utandırıyor.
İ’lem Eyyühel-Aziz! Nefis dâima ıztıraplar, kalâklar içinde evhamdan kurtulup tevekküle yanaşmıyor. Hükmü Kadere râzı olmuyor. Halbuki şemsin tulû ve gurubu muayyen ve mukadder olduğu gibi, insanın da bu dünyada tulû ve gurubu ve sâir mukadderatı, kalem-i kader ile cebhesinde yazılıdır. İsterse başını taşa vursun ki, o yazıları silsin; fakat başı kırılır, yazılara bir şey olmaz hâ!..
Ve illâ muhakkak bilsin ki: Semavât ve arzın hâricine kaçıp kurtulamıyan insan, Hâlık-ı Külli Şey’in rubûbiyetine muhabbetle rızadâde olmalıdır.
İ’lem Eyyühel-Aziz! Bir şey’in sânii, o şeyin içinde olursa, aralarında tam bir münâsebet lâzımdır. Ve masnûatın adedince sâni’lerin çoğalması lâzımdır. Bu ise muhaldir. Öyle ise Sâni, masnû içinde olamaz. Meselâ: Matbaa ile teksir edilen bir kitab, yine bir adamın kalemiyle yazılıyor. O kitabın nakışları, harfleri; kendisinden sünbüllenmez. Kâtib de o kitâbet san’atı içinde değildir. Ve illâ, intizamdan çıkar. Öyle ise, masnûun nakışları kendisinden değildir. Ancak, kudret kalemiyle kaderin takdiri üzerine yazılıyor.
İ’lem Eyyühel-Aziz! Aklın pek garîb bir hâli vardır. Öyle bir yed-i tûla sâhibidir ki, ba’zan kâinatı ihâta etmekle kucağına alıyor. Ba’zan dâire-i imkândan çıkar, en yüksek dâirelere müdâhaleye çalışır. Ba’zan da bir katre suda boğulur, bir zerre içinde yok olur, bir kılda kaybolur. Maahazâ, hangi şeyde fenâ ve kaybolursa, bütün varlığı o şeye münhasır olduğunu bilir. Ve hangi bir noktaya girse, bütün âlemi beraberce götürmek isteğindedir.
İ’lem Eyyühel-Aziz! Eğer dünyanın veya vücûdun mülkiyeti, zılliyeti sende ise taahhüd, tahaffuz, korku külfetleriyle ni’metlerden lezzet alamazsın, dâima rahatsız olursun. Çünkü noksanları tedârik, mevcûdları telef olmaktan muhafaza ile dâima evham, korkular, meşakkatlere mahal olursun. Halbuki, o ni’metler, Mün’im-i Kerîmin taahhüdü altındadır. Senin işin O’nun sofra-i ihsânından yeyip içmekle şükretmektir.