Şükürde bir zahmet yoktur. Bilakis ni’metin lezzetini arttırır. Çünkü şükür, ni’mette in’amı görmek demektir. İn’amı görmek, ni’metin zevâlinden hâsıl olan elemi def’eder. Zîra ni’met zâil olduğundan, Mün’im-i Hakîki onun yerini boş bırakmaz, misliyle doldurur ve teceddüdünden lezzet alırsın.
Evet;
olan âyet-i kerîme, hamdin ayn-ı lezzet olduğuna delâlet eder. Çünkü hamd, in’am şeceresini, ni’met semeresinde gösterir. Ve bu vesîle ile zevâl-i ni’metin tasavvurundan hâsıl olan elem zâil olur. Çünkü şecerede çok semere vardır, biri giderse ötekisi yerine gelir. Demek hamd, ayn-ı lezzettir.
İ’lem Eyyühel-Aziz! Âfâkî ma’lûmat, yâni hariçten, uzaklardan alınan ma’lûmat, evham ve vesveselerden hâlî olamıyor. Amma bizzat vicdanî bir şuura mahal olan enfüsî ve dahilî ma’lûmat ise, evham ve ihtimallerden temizdir. Binâenaleyh, merkezden muhite, dahilden hârice bakmak lâzımdır.
İ’lem Eyyühel-Aziz! Küre-i arzı bir köy şekline sokan şu medeniyet-i sefîhe ile gaflet perdesi pek kalınlaşmıştır. Tâdili, büyük bir himmete muhtaçtır. Ve keza, beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açmıştır. Bunların kapatılması ancak Allah’ın lütfuna mazhar olanlara müyesser olur.
İ’lem Eyyühel-Aziz! Bir zerre, kocaman şemsi tecelli ile, yâni in’ikas i’tibâriyle istiâb eder, içine alır. Fakat küçücük iki zerreyi bizzat, yâni hacimleri i’tibâriyle içine alamaz. Binâenaleyh, yağmurun şemsin timsaline ma’kes olan katreleri gibi, kâinatın zerrât ve mürekkebatı, ilim ve irâdeye müstenid kudret-i nurânîye-i ezeliyenin tecelli ve in’ikas i’tibâriyle lem’alarına mazhar olabilirler. Fakat gözün içindeki bir hüceyre zerresi, “âsab, evride, şerâyin”de te’sirleri görünen bir kudret, şuur ve irâdeye menba olamaz. Bu acib san’at, muntazam nakış, ince hikmetin iktizâsına göre kâinatın her bir zerresi, herbir mürekkebatı, uluhiyete mahsus muhit ve mutlak sıfatlara menbâ ve masdar olması lâzım gelir. Veya o sıfatlar ile muttasıf Şems-i Ezelî’nin tecelliyat lem’alarına ma’kes olmaları lâzımdır.
Birinci şıkta kâinatın zerrâtı adedince muhalat vardır.