Mesnevî-i Nûriye | Habbe | 131
(116-133)

İ’lem Eyyühel-Aziz! Cenâb-ı Hakk’a ma’lûm ve ma’ruf ünvaniyle bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur. Çünkü bu ma’lûmiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir semâ’dır. Hakîkatı ilâm edecek bir ifâde de değildir. Maahâza, o ünvan ile fehme gelen ma’na, sıfât-ı mutlakayı berâberce alıp zihne ilka edemez. Ancak Zât-ı Akdesi mülâhaza için bir nevi ünvandır. Amma Cenâb-ı Hakk’a mevcûd-u meçhul ünvaniyle bakılırsa, ma’rufiyet şuâları bir derece tebârüz eder. Ve kâinatta tecelli eden sıfât-ı mutlaka-i muhita ile, bu mevsufun o ünvandan tulû etmesi ağır gelmez.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Esmâ-i Hüsnânın her birisi ötekileri icmâlen tazammun eder. (Ziyânın elvan-ı seb’ayı tazammun ettiği gibi.) Ve keza, her birisi ötekilere delil olduğu gibi, onların her birisine de netice olur. Demek Esmâ-i Hüsnâ, mir’at ve âyine gibi birbirini gösteriyor. Binâenaleyh, neticeleri beraber mezkûr kıyaslar gibi veya delilleri beraber neticeler gibi okuması mümkündür.

* * *

Dinle
-