Herşeyde bir ihlâs var. Hatta muhabbetin de ihlâs ile bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder. İşte bir zât bu ihlâslı muhabbeti böyle ta’bir etmiş:
Yâni: “Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukabele, bir mükâfat istemiyorum. Çünkü mukâbilinde bir mükâfat, bir sevab istenilen muhabbet zaîftir, devamsızdır.” Hatta hâlis muhabbet fıtrat-ı insâniyede ve umum vâlidelerde dercedilmiştir. İşte bu hâlis muhabbete tam ma’nasiyle vâlidelerin şefkatleri mazhardır. Vâlideler o sırr-ı şefkat ile, evlâtlarına karşı muhabbetlerine bir mükâfat, bir rüşvet istemediklerine ve taleb etmediklerine delil; ruhunu, belki saadet-i uhreviyesini de onlar için fedâ etmeleridir. Tavuğun bütün sermayesi kendi hayatı iken, yavrusunu itin ağzından kurtarmak için Husrev’in müşâhedesiyle kafasını ite kaptırır.
Dördüncü Mes’ele: Esbâb-ı zâhiriye eliyle gelen ni’metleri, o esbâb hesabına almamak gerektir. Eğer o sebeb ihtiyar sâhibi değilse meselâ hayvan ve ağaç gibi doğrudan doğruya o ni’meti Cenâb-ı Hak hesabına verir. Mâdem o, lîsan-ı hal ile “Bismillâh” der, sana verir. Sen de Allah hesabına olarak “Bismillâh” de, al. Eğer o sebeb ihtiyar sâhibi ise; o “Bismillâh” demeli, sonra ondan al, yoksa alma. Çünkü
âyetinin ma’nayı sarîhinden başka bir ma’nayı işârîsi şudur ki: “Mün’im-i Hakîki’yi hatıra getirmiyen ve onun nâmiyle verilmeyen ni’meti yemeyiniz!” demektir. O halde hem veren Bismillâh demeli, hem alan Bismillâh demeli. Eğer o Bismillâh demiyor, fakat sen de almıya muhtaç isen; sen Bismillâh de, onun başı üstünde rahmet-i İlâhîyenin elini gör, şükür ile öp, ondan al. Yâni, ni’metten in’âma bak, in’amdan Mün’im-i Hakîki’yi düşün. Bu düşünmek bir şükürdür. Sonra o zâhirî vasıtaya istersen duâ et. Çünkü o ni’met onun eliyle size gönderildi.
Esbâb-ı zâhiriyeyi perestiş edenleri aldatan; iki şeyin beraber gelmesi veya bulunmasıdır ki, “İktiran” ta’bir edilir, birbirine illet zannetmeleridir.