Hem bir şey’in ademi, bir ni’metin mâdum olmasına illet olduğundan, tevehhüm eder ki: O şeyin vücûdu dahi, o ni’metin vücûduna illettir. Şükrünü, minnettarlığını o şey’e verir, hataya düşer. Çünkü, bir ni’metin vücûdu, o ni’metin umum mukaddematına ve şerâitine terettüb eder. Halbuki o ni’metin ademi, birtek şartın ademiyle oluyor. Meselâ: Bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmıyan adam, o bahçenin kurumasına ve o ni’metlerin ademine sebeb ve illet oluyor. Fakat, o bahçenin ni’metlerinin vücûdu, o adamın hizmetinden başka, yüzer şerâitin vücûduna tevakkufla beraber, illet-i hakîki olan kudret ve irâde-i Rabbânîye ile vücûda gelir. İşte bu mağlatanın ne kadar hatası zâhir olduğunu anla ve esbâb-perestlerin de ne kadar hata ettiklerini bil!
Evet iktiran ayrıdır, illet ayrıdır. Bir ni’met sana geliyor; fakat bir insanın sana karşı ihsân niyeti, o ni’mete mukarin olmuş; fakat illet olmamış. İllet, rahmet-i İlâhîyedir. Evet o adam ihsân etmeyi niyet etmeseydi, o ni’met sana gelmezdi. Ni’metin ademine illet olurdu. Fakat mezkûr kâideye binâen; o meyl-i ihsân, o ni’mete illet olamaz. Ancak yüzer şerâitin bir şartı olabilir.
Meselâ: Risâle-i Nur’un şâkirdleri içinde Cenâb-ı Hakk’ın ni’metlerine mazhar ba’zı zâtlar (Husrev, Re’fet gibi), iktiranı illetle iltibas etmişler; Üstadına fazla minnetdarlık gösteriyorlardı. Halbuki Cenâb-ı Hak, onlara ders-i Kur’ânî’de verdiği ni’met-i istifade ile, Üstadlarına ihsân ettiği ni’met-i ifâdeyi beraber kılmış, mukarenet vermiş. Onlar derler ki:
“Eğer Üstadımız buraya gelmeseydi, biz bu dersi alamazdık. Öyle ise onun ifâdesi, istifâdemize illettir.” Ben de derim:
“Ey kardeşlerim! Cenâb-ı Hakk’ın bana da sizlere de ettiği ni’met beraber gelmiş. İki ni’metin illeti de rahmet-i İlâhîyedir. Ben de sizin gibi iktiranı illetle iltibas ederek, bir vakit Risâle-i Nur’un sizler gibi elmas kalemli yüzer şâkirdlerine çok minnetdarlık hissediyordum. Ve diyordum ki: Bunlar olmasaydı, benim gibi yarım ümmî bir biçâre nasıl hizmet edecekti? Sonra anladım ki, sizlere kalem vasıtasiyle olan kudsi ni’metten sonra, bana da bu hizmete muvaffakıyet ihsân etmiş. Birbirine iktiran etmiş, birbirinin illeti olamaz. Ben size teşekkür değil, belki sizi tebrik ediyorum. Siz de bana minnetdarlığa bedel, duâ ve tebrik ediniz.”
Bu dördüncü mes’elede, gafletin ne kadar dereceleri bulunduğu anlaşılır.