Bizler için süslendi. Yüzümüze gülüyorlar, kendilerini bizlere sevdiriyorlar. Daha buradaki bir kısım tohumcuklar, bu güzel meyveleri verdi. Ve sünbül ve ağaç oldular. Güzel tad, koku ve şekilleri ile iştihamızı açıp, kendi nefislerine bizim nefislerimizi dâvet ediyorlar. Ve kendilerini müşterilerine fedâ ediyorlar. Tâ nebatî hayat mertebesinden, hayvanî hayat mertebesine terakki etsinler. Ve hâkezâ.. kıyas et. Öyle bir sûrette o tohumcuklar inkişaf ettiler ki, o tek kabza, muhtelif ağaçlar ve mütenevvi çiçekler ile dolu bir bahçe hükmüne geçti. İçinde hiçbir galat, kusur yok,
sırrını gösterir. Her bir tohum, ism-i Hafîz’in cilvesiyle ve ihsâniyle ona pederinin ve aslının malından verdiği irsiyeti; iltibassız, noksansız muhafaza edip gösteriyor.
İşte bu hadsiz hârika muhafazayı yapan Zât-ı Hafîz, kıyamet ve haşirde hafîziyetin tecelli-i ekberini göstereceğine kat’i bir işârettir. Evet bu ehemmiyetsiz, zâil, fâni tavırlarda bu derece kusursuz, galatsız hafîziyet cilvesi bir hüccet-i katıadır ki; ebedî te’siri ve azîm ehemmiyeti bulunan emanet-i kübrâ hamelesi ve arzın halifesi olan insanların ef’al, âsâr ve akvalleri ve hasenat ve seyyiatları, kemâl-i dikkat ile muhafaza edilip, muhasebesi görülecek.
Âyâ! Bu insan zanneder mi ki, başıboş kalacak? Hâşâ!.. Belki insan, ebede meb’ustur. Ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i dâimeye namzettir. Küçük-büyük, az çok her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek.
İşte hafîziyetin cilve-i kübrâsına ve mezkûr âyetin hakîkatına şâhidler hadd ve hesaba gelmez. Bu mes’eledeki gösterdiğimiz şâhid; denizden bir katre, dağdan bir zerredir.