Bütün insanlarda, biri tevâfuk, diğeri tehâlüf olmak üzere iki cihet vardır. Tehâlüf ciheti Sâniin muhtar olduğuna, tevâfuk ciheti ise, Sâniin Vâhid-i Ehad olduğuna delâlet ederler. Bu iki cihetin bir Kasıdın kasdiyle, bir Muhtar’ın ihtiyariyle, bir Mürîd’in irâdesi ile, bir Alîm’in ilmiyle olmadığını tevehhüm etmek, muhalatın en acibidir. Fesübhanallah! Yüzün o küçük sahifesinde nasıl gayr-i mütenâhi nişanlar dercedilmiştir ki, göz ile okunur da nazar ile, yâni akıl ile görünmez.
İnsan nev’inde şu tehâlüf ile beraber buğday, üzüm, arı, karınca nevilerindeki tevâfuk, kör tesâdüfün işi olmadığı Güneş gibi âşikârdır. Mâdemki kesretin böyle uzak, ince, geniş ahvâl ve etvarında da tesâdüfün müdâhalesine imkân yoktur. Ve tesâdüfün elinden mahfûzdur. Ve ancak bir Hakîm’in kasdı ve bir Muhtar’ın ihtiyarı ve Semi’, Basîr bir Mürîd’in irâdesinin dâire-i tasarrufundadır.
“Tesâdüf, şirk ve tabiat”dan teşekkül eden fesad şebekesinin âlem-i İslâmdan nefiy ve ihracına, Risâle-i Nur’ca verilen karar infaz edilmiştir.
İ’lem Eyyühel-Aziz! Şeytanın ilka etmekte olduğu vesveselerden biri:
“Yahu, şu koyun veya inek, eğer Kadîr ve Alîm-i Ezelî’nin nakşı, mülkü olmuş olsa idi; bu kadar miskin biçâre olmazlardı. Eğer bâtınlarında, içlerinde Alîm, Kadîr, Mürîd bir Sâniin kalemi çalışmış olsaydı, bu kadar cahil, yetim, miskin olmazlardı.” diyen ve cinnî şeytanlara üstad olan ey şeytan-ı insî! Cenâb-ı Hak, her şeye lâyıkını veriyor ve maslahata göre veriyor. Eğer atâsı, in’amı bu kâideden hariç olsa idi, senin eşeğinin kulağı senden ve senin üstadlarından daha akıllı, daha âlim olması lâzımdı. Ve senin parmağın içinde senin şuur ve iktidarından daha çok bir şuur, bir iktidar yaratırdı. Demek her şeyin bir haddi var. O şey, o had ile mukayyeddir.
Kader, her şeye bir mikdar ve o mikdara göre bir kalıb vermiştir. Feyyaz-ı Mutlak’tan aldığı feyze olan kabiliyeti o kalıba göredir. Ma’lûmdur ki, dahilden hârice süzülen cüz-ü ihtiyarî mîzaniyle, ihtiyaç derecesiyle, kabiliyetin müsaadesi ile hâkimiyet-i esmânın nizam ve tekabüliyle feyz alınabilir. Maahazâ, şemsin azametini bir kabarcıkta aramak, akıllı olanın işi değildir.