Ya mûcibe-i külliye olacaktır veya sâlibe-i külliye olacaktır. Başka ihtimal yok. Her şeyde illetin ademini tevehhüm eden vehmin vâhi hükmünde bir kıymet yok. Binâenaleyh, ednâ bir şeyde Hâlıkıyet eseri göründüğü zaman, bütün eşyada tahakkuk eder.
Ve keza, Hâlık ya birdir veya gayr-i mütenâhidir, evsat yoktur. Zîra Sâni, vâhid-i hakîki olmazsa, kesîr-i hakîki olacaktır. Kesîr-i hakîki ise gayr-i mütenâhidir.
Maahazâ nûru neşredenin nursuz, îcad edenin vücûdsuz, îcab ettirenin vücubsuz olması muhaldir.
Ve keza, ilim sıfatını ihsân edenin ilimsiz, şuuru ihsân edenin şuursuz, ihtiyarı verenin ihtiyarsız, irâdeyi verenin irâdesiz, kâmil şeylerin sânii gayr-i kâmil olduğunu telâkki etmek muhaldir.
Ve keza, aynı tersim, basarı tasvir ve nazarı tenvir edenin basarsız olduğunu düşünmek, ancak basar ve basiretten mahrum olan adamın işidir. Maahazâ, masnûdaki kemâlât, tamamen Sânideki kemâlden akan bir feyizdir. Fakat kuşlardan yalnız sineği gören, tanıyan bir mikrop, kartalı gördüğü zaman, “Bu kuş değildir.” der. Çünkü sinekteki şeyler onda yoktur.
İ’lem Eyyühel-Aziz! Nefs-i nâtıkanın en yüksek matlubu devam ve bekadır. Hatta vehmî bir devam ile kendisini aldatmazsa hiçbir lezzet alamaz. Öyle ise ey devamı isteyen nefis! Dâimî olan bir Zât’ın zikrine devam eyle ki, devam bulasın. Ondan nur al ki sönmiyesin. Onun cevherine sadef ve zarf ol ki kıymetli olasın. Onun nesim-i zikrine beden ol ki, hayatdar olasın. Esmâ-i İlâhîyeden birisinin hayt-ı şuâiyle temessük et ki, adem deryasına düşmeyesin.
Ey nefis! Seni tutup düşmekten muhafaza eden Zât-ı Kayyûm’a dayan. Senin mevcûdiyetinden dokuz yüz doksan dokuz parça Onun uhdesindedir. Senin elinde yalnız bir parça kalır. En iyisi o parçayı da Onun hazinesine at ki rahat olasın.
İ’lem Eyyühel-Aziz! Sen kendi vücûdunu yapmaya kadir değilsin. Ve elin onu îcad etmekten kasırdır. Başkaları dahi o işten âciz ve kasırdırlar. İstersen tecrübe et bakalım.