Dördüncü Mes’ele: Şu nefiy zamanımda görüyorum ki: Hodfuruş ve siyaset bataklığına düşmüş ba’zı insanlar, bana; tarafgirâne, rakîbâne bir nazarla bakıyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlariyle alâkadarım.
Hey efendiler! Ben îmanın cereyanındayım. Karşımda îmansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iş görenler, belki kendini bir derece ma’zûr görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet nâmına bana karşı tarafgirâne, rakîbâne vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek; gâyet fena bir hatadır. Çünkü sâbıkan isbat edildiği gibi, siyaseti dünya ile hiç alâkadar değilim; yalnız bütün vaktimi ve hayatımı, hakâiki îmaniye ve Kur’âniyeye hasr ve vakfetmişim. Mâdem böyledir, bana eziyet verip, rakîbâne ilişen adam düşünsün ki; o muamelesi zındıka ve îmansızlık nâmına îmana ilişmek hükmüne geçer.
Beşinci Mes’ele: Dünya mâdem fânidir. Hem mâdem ömür kısadır. Hem mâdem gâyet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem mâdem hayatı ebediye burada kazanılacaktır. Hem mâdem dünya sâhipsiz değil. Hem mâdem şu misafirhânei dünyanın gâyet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem mâdem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmıyacaktır. Hem mâdem
sırrınca teklifi mâlayutak yoktur. Hem mâdem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem mâdem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.
Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya fedâ etmesin; hayatı ebediyesini hayatı dünyeviye için bozmasın, mâlâyânî şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telâkki edip misafirhâne sâhibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saâdeti ebediyeye girsin... (Hâşiye)
(Hâşiye): Bu mâdemler içindir ki; şahsıma karşı olan zulümlere, sıkıntılara aldırmıyorum ve ehemmiyet vermiyorum. “Meraka değmiyor” diyorum ve dünyaya karışmıyorum.