Benim hakkımda, müstesna bir sûrette, pek ziyâde ehl-i dünya tevehhüm edip, âdeta korkuyorlar. Bende bulunmayan ve bulunsa dahi siyasî bir kusur teşkil etmiyen ve ittihama medâr olmayan şeyhlik, büyüklük, hânedan, aşîret sâhibi, nüfuzlu, etbâı çok, hemşehrileriyle görüşmek, dünya ahvaliyle alâkadar olmak, hatta siyasete girmek, hatta muhalif olmak gibi bende bulunmayan emirleri tahayyül ederek evhâma düşmüşler. Hatta hapiste ve hariçteki, yâni kendilerince kabil-i afv olmıyanların dahi aflarını müzakere ettikleri sırada beni âdeta herşeyden men’ettiler. Fenâ ve fâni bir adamın, güzel ve bâki şöyle bir sözü var:
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.
Ben de derim:
Kur’ânın feyziyle, hâdiminde de:
Şaşırmaz ilmi, susmaz sözü vardır;
Yanılmaz kalbi, sönmez nûru vardır.
Çok dostlarla beraber bana nezaret eden bir kumandan, mükerreren suâl ettiler: Neden vesika için müracaat etmiyorsun? İstida vermiyorsun?
Elcevab: Beş-altı sebeb için müracaat etmiyorum ve edemiyorum:
Birincisi: Ben ehl-i dünyanın dünyasına karışmadım ki onların mahkûmu olayım, onlara müracaat edeyim. Ben, kader-i İlâhînin mahkûmuyum ve ona karşı kusurum var, ona müracaat ediyorum.
İkincisi: Bu dünya çabuk tebeddül eder bir misafirhâne olduğunu yakînen îman edip bildim. Onun için, hakîki vatan değil, her yer birdir. Mâdem vatanımda bâki kalmıyacağım; beyhûde ona karşı çabalamak, oraya gitmek bir şey’e yaramıyor. Mâdem her yer misafirhânedir; eğer misafirhâne sâhibinin rahmeti yâr ise, herkes yârdır, her yer yarar. Eğer yâr değilse, her yer kalbe bârdır ve herkes düşmandır.
Üçüncüsü: Müracaat, kanun dâiresinde olur. Halbuki bu altı senedir bana karşı muamele, keyfî ve fevkal-kanundur. Menfiler kanuniyle bana muamele edilmedi. Hukuk-u medeniyetten ve belki hukuk-u dünyeviyeden iskat edilmiş bir tarzda bana baktılar. Bu fevkal-kanun muamele edenlere, kanun nâmına müracaat ma’nasız olur.
Dördüncüsü: Bu sene buranın müdürü, benim nâmıma, Barla’nın bir mahallesi hükmünde olan Bedre Karyesi’nde, tebdil-i hava için birkaç gün kalmağa dâir müracaat etti