âlem-i gayba âid olan bahislerinde dahi, âlem-i şehâdetteki bahisleri gibi, ayn-ı hakâik olduğunu ve içinde hilâf bulunmadığını isbat eder.
Hem Kur’ân bil’ayan ve şübhesiz, saâdet-i dâreyne îsâl eder, beşeri ona sevkeder. Kimin şübhesi varsa, bir def’a Kur’ânı okusun ve dinlesin ne diyor? Hem Kur’ânın verdiği meyveler; hem mükemmeldir, hem hayatdardır. Öyle ise, Kur’ân ağacının kökü hakîkattadır, hayatdardır. Çünkü meyvenin hayatı, ağacın hayatına delâlet eder. İşte bak; her asırda ne kadar asfiya ve evliyâ gibi mükemmel ve kâmil zîhayat ve zînur meyveler vermiş.
Hem hadsiz müteferrik emarelerden neş’et eden bir hads ve kanaatla, Kur’ân hem ins, hem cin, hem meleğin makbûlü ve mergubudur ki; okunduğu vakit onlar iştiyakla pervane gibi etrafına toplanıyorlar.
Hem Kur’ân vahiy olmakla beraber, delâil-i akliye ile te’yid ve tahkim edilmiş. Evet kâmil ukalânın ittifakı buna şâhiddir. Başta ulemâ-i ilm-i Kelâmın allâmeleri ve İbn-i Sînâ, İbn-i Rüşd gibi felsefenin dâhîleri müttefikan esâsat-ı Kur’âniyeyi usulleriyle, delilleriyle isbat etmişler. Hem Kur’ân, fıtrat-ı selîme cihetiyle musaddaktır. Eğer bir ârıza ve bir maraz olmazsa; herbir fıtrat-ı selîme onu tasdik eder. Çünkü itmi’nan-ı vicdan ve istirahat-ı kalb, O’nun envârıyla olur. Demek fıtrat-ı selîme, vicdanın itmi’nanı şehâdetiyle, O’nu tasdik ediyor. Evet fıtrat, lîsan-ı hâliyle Kur’âna der: “Fıtratımızın kemâli sensiz olamaz!” Şu hakîkatı çok yerlerde isbat etmişiz.
Hem Kur’ân bilmüşâhede ve bilbedâhe, ebedî ve dâimî bir mu’cizedir. Her vakit i’câzını gösterir. Sâir mu’cizât gibi sönmez, vakti bitmez, ebedîdir.
Hem Kur’ânın mertebe-i irşadında öyle bir genişlik var ki; birtek dersinde, Hazret-i Cibrîl (A.S.), bir tıfl-ı nevresîde ile omuz omuza o dersi dinler, hisselerini alırlar. Ve İbn-i Sînâ gibi en dâhî feylesof, en âmi bir ehl-i kıraatla diz dize aynı dersi okurlar, derslerini alırlar. Hatta ba’zan olur ki; o âmi adam, kuvvet ve safvet-i îman cihetiyle, İbn-i Sînâ’dan daha ziyâde istifade eder.
Hem Kur’ânın içinde öyle bir göz var ki; bütün kâinatı görür, ihâta eder ve bir kitabın sahifeleri gibi kâinatı göz önünde tutar, tabakatını ve âlemlerini beyân eder. Bir saatin san’atkârı nasıl saatini çevirir, açar, gösterir, tarif eder; Kur’ân dahi, elinde kâinatı tutmuş öyle yapıyor. İşte şöyle bir Kur’ân-ı Azîmüşşan’dır ki der, Vahdâniyeti i’lân eder.