Mektubat | On Dokuzuncu Mektup | 193
(88-221)

Hem O’nu dinleyen bütün ehl-i hakîkat, keşif ve tahkik ile tasdik etmişler ve ilmelyakîn îman etmişler ki; O kendi kendine konuşmuyor, belki Hâlık-ı Kâinat O’nu konuşturuyor, ders veriyor, O’nunla ders verdiriyor. Öyle ise; O’nun sıdk ve hakkaniyeti, bu dört gâyet kuvvetli esasların icmâı’na istinâd eder.

Beşinci Esas: Hem O Tercüman-ı Kelâm-ı Ezelî; ervahları görüyor, melâikelerle sohbet ediyor, cin ve insi de irşad ediyor. Değil ins ve cin âlemi, belki âlem-i Ervah ve âlem-i Melâike fevkinde ders alıyor. Ve mâverasında münâsebeti var ve ıttılâı vardır. Sâbık mu’cizâtı ve tevâtürle kat’i macera-yı hayatı şu hakîkatı isbat etmiştir. Öyle ise kâhinler ve sâir gaibden haber verenler gibi, O’nun haberlerine değil cin, değil ervâh, değil melâike, belki Cibrîl’den başka Melâike-i Mukarrebîn dahi karışamıyor. Hatta ekser evkatta O’nun arkadaşı olan Hazret-i Cebrâil’i dahi ba’zı geri bırakıyor.

Altıncı Esas: Hem O (melek, cin ve beşerin seyyidi olan) Zât, şu kâinat ağacının en münevver ve mükemmel meyvesi ve rahmet-i İlâhîyyenin timsâli ve muhabbet-i Rabbânîyenin misâli ve Hakk’ın en münevver bürhanı ve hakîkatın en parlak sirâcı ve tılsım-ı kâinatın miftahı ve muamma-yı hilkatin keşşafı ve hikmet-i âlemin şârihi ve saltanat-ı İlâhîyenin dellâlı ve mehâsin-i san’at-ı Rabbânîyenin vessâfı.. ve câmiiyet-i isti’dât cihetiyle O Zât, mevcûdâttaki kemâlâtın en mükemmel enmûzecidir. Öyle ise, O Zâtın şu evsâfı ve şahsiyet-i ma’nevîyesi işâret eder, belki gösterir ki: O Zât, kâinatın illet-i gaiyesidir, yâni; O Zâta şu kâinatın Hâlıkı bakmış, kâinatı halketmiştir. Eğer O’nu îcad etmeseydi, kâinatı dahi îcad etmezdi denilebilir. Evet cin ve inse getirdiği hakâik-i Kur’âniye ve envâr-ı îmaniyye ve Zâtında görünen ahlâk-ı âliyye ve kemâlât-ı samiyye, şu hakîkata şâhid-i kâtı’dır.

Yedinci Esas: Hem O Bürhan-ı Hak ve sirâc-ı Hakîkat, öyle bir din ve şerîat göstermiştir ki; iki cihanın saâdetini te’min edecek desatiri câmi’dir. Ve câmi’ olmakla beraber, kâinatın hakâikını ve vezâifini ve Hâlık-ı Kâinat’ın esmâsını ve sıfâtını, kemâl-i hakkaniyetle beyân etmiştir. İşte o İslâmiyet ve Şerîat, öyle bir tarzda muhît ve mükemmeldir ve öyle bir sûrette kâinatı kendiyle beraber târif eder ki; Onun mâhiyetine dikkat eden elbette anlar ki; “O din, bu güzel kâinatı yapan Zâtın, o kâinatı kendiyle beraber târif edecek bir beyânnâmesidir ve bir târifesidir.” Nasılki bir sarayın ustası, o saraya münâsip bir târife yapar. Kendini vasıflariyle göstermek için, bir târife kaleme alır; öyle de: Din ve Şerîat-ı Muhammediyye’de (A.S.M.) öyle bir ihâta, bir ulviyet, bir hakkaniyet görünüyor ki; kâinatı halk ve tedbîr edenin kaleminden çıktığını gösterir. Ve o kâinatı güzelce tanzim eden kim ise, şu dini güzelce tanzim eden yine O’dur.

Dinle
-