Mevcûd telgraf ve telefon teline makinesini küçük bir tel ile rabtetmek gibi, şu adam bu intisâbla kendini o hadsiz kuvvete rabteder.
İşte Eğer her mahlûk, her zerre doğrudan doğruya Vâhid-i Ehad’e isnad edilse ve onlar O’na intisâb etseler; o vakit o intisâb kuvvetiyle ve seyyidinin havliyle, emriyle; karınca, Fir’avn’ın sarayını başına yıkar, baş aşağı atar.. sinek, Nemrud’u gebertip Cehennem’e atar.. bir mikrop, en cebbar bir zâlimi kabre sokar.. buğday tanesi kadar çam çekirdeği, bir dağ gibi bir çam ağacının destgâhı ve makinası hükmüne geçer.. havanın zerresi, bütün çiçeklerin, meyvelerin ayrı ayrı işlerinde, teşekkülâtlarında muntazaman, güzelce çalışabilir. Bütün bu kolaylık, bilbedâhe me’muriyet ve intisâptan ileri geliyor. Eğer iş başı bozukluğa dönse, esbâba ve kesrete ve kendi kendilerine bırakılıp şirk yolunda gidilse, o vakit herşey, cirmi kadar ve şuuru mikdarınca iş görebilir.
Üçüncü Temsil: Meselâ iki arkadaş var. Hiç görmedikleri bir memleketin ahvâline dâir istatistikli bir nevi coğrafya yazmak istiyorlar.
Birisi, o memleketin pâdişâhına intisâb edip, telgraf ve telefon dâiresine girer. On paralık bir tel ile, kendi telefon makinasını devletin teline rabteder. Her yer ile görüşür, muhabere eder, ma’lûmat alır. Gâyet muntazam ve mükemmel coğrafya istatistiğine âid san’atkârâne bir eser yapar.
Öteki arkadaş ise, ya elli sene mütemadiyen gezecek ve müşkilâtla heryeri görüp her hâdiseyi işitecek veyahut milyonlarla lirayı sarfedip, devletin tel ve telefon temdidatı kadar ve pâdişâh gibi telgraf sâhibi olacak. Tâ evvelki arkadaşı gibi o mükemmel eseri yapsın. Öyle de : eğer hadsiz eşya ve mahlûkat Vâhid-i Ehad’e verilse, o vakit o irtibat ile herşey birer mazhar olur. O Şems-i Ezelî’nin tecellisine mazhariyetle, kavânin-i hikmetine ve desâtir-i ilmiyesine ve nevamis-i kudretine irtibat peyda eder. O vakit havl ve kuvvet-i İlâhiye ile herşey’i görür bir gözü ve her yere bakar bir yüzü ve her işe geçer bir sözü hükmünde bir cilve-i Rabbânîyeye mazhar olur. Eğer o intisâb kesilse; o şey, bütün eşyadan dahi inkıta’ eder, cirmi kadar bir küçüklüğe sığışır. O halde bir Ulûhiyet-i Mutlaka sâhibi olmalı ki, evvelki vaziyette gördüğü işleri görebilsin.