Elbette şu çeşit mesâilde en birinci talebe ve muhatab olan ve nüket-i Kur’âniyeyi takdir eden İbrahim Hulûsî, o nükteyi işitmek ister. Öyle ise dinle:
En güzel bir kıssanın güzel bir nüktesidir. Ahsen-ül kasas olan Kıssa-i Yusuf Aleyhisselâm hâtimesini haber veren
âyetinin, ulvî ve latif ve müjdeli ve i’cazkârane bir nüktesi şudur ki:
Sâir ferahlı ve saâdetli kıssaların âhirindeki zevâl ve firak haberlerinin acıları ve elemi, kıssadan alınan hayalî lezzeti acılaştırıyor, kırıyor. Bâhusus kemâl-i ferah ve saâdet içinde bulunduğunu ihbar ettiği hengâmda, mevtini ve firakını haber vermek daha elîmdir; dinleyenlere “Eyvah!” dedirtir. Halbuki şu âyet, Kıssa-i Yusuf’un (A.S.) en parlak kısmı ki; Azîz-i Mısır olması, peder ve vâlidesiyle görüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması olan, dünyada en büyük saâdetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yusuf’un mevtini şöyle bir sûrette haber veriyor ve diyor ki: Şu ferahlı ve saâdetli vaziyetten daha saâdetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yusuf kendisi Cenâb-ı Hak’tan vefatını istedi ve vefat etti; o saâdete mazhar oldu. Demek: O dünyevî lezzetli saâdetten daha câzibedar bir saâdet ve ferahlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır ki; Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi hakîkat-bîn bir zât, o gâyet lezzetli dünyevî vaziyet içinde gâyet acı olan mevti istedi, tâ öteki saâdete mazhar olsun.
İşte Kur’ân-ı Hakîm’in şu belâğatına bak ki, Kıssa-i Yusuf’un hâtimesini ne sûretle haber verdi. O haberde dinleyenlere elem ve teessüf değil, belki bir müjde ve bir sürur ilâve ediyor. Hem irşad ediyor ki: Kabrin arkası için çalışınız, hakîki saâdet ve lezzet ondadır. Hem Hazret-i Yusuf’un âlî sıddıkıyetini gösteriyor ve diyor: Dünyanın en parlak ve en sürurlu hâleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor, yine âhireti istiyor...
Said Nursî