Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 402
(390-463)

İşte bu sûretle oruç, çok cihetlerle hakîki vazife-i insaniyye olan şükrün anahtarı hükmüne geçer.

Üçüncü Nükte: Oruç, hayatı içtimâîye-i insaniyeye baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: İnsanlar, maîşet cihetinde muhtelif bir sûrette halkedilmişler. Cenâbı Hak o ihtilafa binâen, zenginleri fukaraların muâvenetine da’vet ediyor. Halbuki zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrâk edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükrü hakîkinin bir esasıdır. Hangi ferd olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir. Ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecbûriyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muâvenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz; yapsa da tam olamaz. Çünkü: Hakîki o hâleti kendi nefsinde hissetmiyor...

Dördüncü Nükte: Ramazan-ı Şerifteki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telakki eder. Hatta mevhum bir rubûbiyet ve keyfemâyeşa hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz ni’metlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Husûsan dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmiş ise; bütün bütün gasıbâne, hırsızcasına ni’met-i İlâhîyyeyi hayvan gibi yutar.

İşte Ramazan-ı Şerifte en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlarki: Kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emir olunmazsa en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye mevhum rubûbiyeti kırılır, ubûdiyeti takınır, hakîki vazifesi olan şükre girer.

Beşinci Nükte: Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlâkına ve serkeşâne muâmelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Nefsi insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zaîf ve zevâle ma’rûz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur dağılır et ve kemikten ibâret olduğunu düşünmez. Âdeta polattan bir vücûdu var gibi, lâyemûtâne kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır.Şedid bir hırs ve tama’ ile ve şiddetli alâka ve muhabbet ile dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemâl-i şefkatle terbiye eden Hâlıkını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayatı uhreviyesini düşünmez; ahlâkı seyyie içinde yuvarlanır.

Dinle
-