Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 399
(390-463)

Dokuzuncu Nükte: Mesâil-i şerîattan bir kısmına “taabbüdî” denilir; aklın muhakemesine bağlı değildir; emrolduğu için yapılır. İlleti, emirdir.

Bir kısmına “Makulü’l-ma’na” ta’bir edilir. Yâni: Bir hikmet ve bir maslahatı var ki, o hükmün teşriine müreccih olmuş; fakat sebeb ve illet değil. Çünkü: Hakîki illet, emir ve nehy-i İlâhîdir.

Şeâirin taabbüdî kısmı; hikmet ve maslahat onu tağyir edemez, taabbüdîlik ciheti tereccuh ediyor, ona ilişilmez. Yüz bin maslahat gelse onu tağyir edemez. Öyle de: “Şeâirin fâidesi, yalnız ma’lûm mesâlihtir” denilmez ve öyle bilmek hatadır. Belki o maslahatlar ise, çok hikmetlerinden bir fâidesi olabilir. Meselâ biri dese: “Ezanın hikmeti, müslümanları namaza çağırmaktır; şu halde bir tüfenk atmak kâfidir.” Halbuki o divâne bilmez ki, binler maslahat-ı ezaniye içinde o bir maslahattır. Tüfenk sesi, o maslahatı verse; acaba nev’-i beşer nâmına, yahut o şehir ahalisi nâmına, hilkat-ı kâinatın netice-i uzması ve nev’-i beşerin netice-i hilkatı olan i’lân-ı tevhid ve Rubûbiyet-i İlâhîyyeye karşı izhâr-ı ubûdiyete vâsıta olan ezanın yerini nasıl tutacak?

Elhasıl: Cehennem lüzumsuz değil; çok işler var ki, bütün kuvvetiyle “Yaşasın Cehennem!” der. Cennet dahi ucuz değildir, mühim fiat ister.


Dinle
-