Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 401
(390-463)

Cenâb-ı Hak zemin yüzünü bir sofra-i ni’met sûretinde halkettiği ve bütün enva’-ı ni’meti o sofrada bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, kemâl-i Rubûbiyetini ve Rahmaniyet ve Rahîmiyetini o vaziyetle ifade ediyor. İnsanlar gaflet perdesi altında ve esbâb dâiresinde o vaziyetin ifade ettiği hakîkatı tam göremiyor, ba’zan unutuyor. Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i îman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelî’nin ziyafetine da’vet edilmiş bir sûrette akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubûdiyetkârane göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli rahmâniyete karşı, vüs’atli ve azametli ve intizamlı bir ubûdiyetle mukabele ediyorlar. Acaba böyle ulvî ubûdiyete ve şeref-i kerâmete iştirak etmeyen insanlar insan ismine lâyık mıdırlar?

İkinci Nükte: Ramazan-ı Mübâreğin savmı, Cenâb-ı Hakk’ın ni’metlerinin şükrüne baktığı cihetle, çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Birinci Söz’de denildiği gibi, bir pâdişâhın matbahından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiat ister. Tablacıya bahşiş verildiği halde, çok kıymetdar olan o ni’metleri kıymetsiz zannedip onu in’am edeni tanımamak nihayet derecede bir belâhet olduğu gibi, Cenâb-ı Hak hadsiz enva’-ı ni’metini nev’-i beşere zemin yüzünde neşretmiş. Ona mukâbil, o ni’metlerin fiatı olarak, şükür istiyor. O ni’metlerin zâhirî esbâbı ve ashâbı, tablacı hükmündedirler. O tablacılara bir fiat veriyoruz, onlara minnetdar oluyoruz; hatta müstehak olmadıkları pek çok fazla hürmet ve teşekkürü ediyoruz. Halbuki Mün’im-i Hakîki, o esbâbdan hadsiz derecede o ni’met vasıtasıyla şükre lâyıktır. İşte O’na teşekkür etmek; o ni’metleri doğrudan doğruya O’ndan bilmek, o ni’metlerin kıymetini takdir etmek ve o ni’metlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.

İşte Ramazan-ı Şerif’teki oruç, hakîki ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır. Çünkü sâir vakitlerde mecbûriyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakîki açlık hissetmedikleri zaman, çok ni’metlerin kıymetini derk edemiyor. Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, husûsan zengin olsa, ondaki derece-i ni’met anlaşılmıyor. Halbuki iftar vaktinde o kuru ekmek, bir mü’minin nazarında çok kıymetdar bir ni’met-i İlâhîyye olduğuna kuvve-i zâikası şehâdet eder. Pâdişâhtan tâ en fukaraya kadar herkes, Ramazan-ı Şerîfte o ni’metlerin kıymetlerini anlamakla bir şükrü ma’nevîye mazhar olur. Hem gündüzdeki yemekten memnuiyeti cihetiyle; “O ni’metler benim mülküm değil. Ben bunların tenâvülünde hür değilim; demek başkasının malıdır ve in’amıdır. Onun emrini bekliyorum.” diye ni’meti ni’met bilir; bir şükrü ma’nevî eder.

Dinle
-