Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 398
(390-463)

baktım ki: Mâzî tarafına göçüp giden kafile-i beşer içinde gâyet nurânî, par lak enbiyâ, sıddıkîn, şühedâ, evliyâ, sâlihîn kafilelerini gördüm ki, istikbâl zulümatını dağıtıp, ebede giden yolda bir cadde-i kübrâyı müstakimde gidiyorlar. Bu kelime beni o kafileye iltihak etmek için yol gösteriyor, belki iltihak ettiriyor. Birden, fesübhanallah dedim. Zulümat-ı istikbâli tenvir eden ve kemâl-i selâmetle giden bu nurânî kafile-i uzmaya iltihak etmemek, ne kadar hasâret ve helâket olduğunu zerre mikdar şuuru olan bilmesi lâzım. Acaba bid’aları îcad etmekle o kafile-i uzmadan inhiraf eden; nereden nur bulabilir, hangi yoldan gidebilir? Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, rehberimiz ferman etmiş ki:

Acaba bu ferman-ı kat’iye karşı ulemâ-üs-sû’ ta’birine lâyık ba’zı bedbahtlar hangi maslahatı buluyorlar, hangi fetvayı veriyorlar ki; lüzumsuz, zararlı bir sûrette şeâir-i İslâmiyyenin bedihiyatına karşı geliyorlar; tebdili kabil görüyorlar? Olsa olsa, muvakkat bir cilve-i ma’nadan gelen bir intibâh-ı muvakkat, o ulemâ-i sû’u aldatmıştır. Meselâ: Nasılki bir hayvanın veyahut bir meyvenin derisi soyulsa, muvakkat bir zarâfet gösterir; fakat az bir zamanda o zarif et ve o güzel meyve, o yabanî ve paslı ve kesif ve ârızî deri altında siyahlanır, taaffün eder. Öyle de şeâir-i İslâmiyyedeki ta’birat-ı Nebeviyye ve İlâhîyye, hayatdar ve sevabdar bir cild, bir deri hükmündedir. Onların soyulmasiyle, meânîdeki bir nurânîyet, muvakkaten çıplak bir derece görünür; fakat, cildden cüda olmuş bir meyve gibi, o mübârek ma’naların ruhları uçar, zulmetli kalb ve kafalarda beşerî postunu bırakıp gider.. nur uçar, dumanı kalır. Her ne ise...

Sekizinci Nükte : Buna dâir bir düstûr-u hakîkatı beyân etmek lâzım. Şöyle ki:

Nasıl “hukuk-u şahsiye” ve bir nevi hukukullah sayılan “hukuk-u umûmîye” nâmiyle iki nevi hukuk var; öyle de: Mesâil-i şer’iyede bir kısım mesâil, eşhasa taalluk eder; bir kısım, umuma, umûmîyet i’tibâriyle taalluk eder ki; onlara “Şeâir-i İslâmiyye” ta’bir edilir. Bu şeâirin umuma taalluku cihetiyle umum onda hissedardır. Umumun rızası olmazsa onlara ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. O şeâirin en cüz’îsi (sünnet kabilinden bir mes’elesi) en büyük bir mes’ele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir. Doğrudan doğruya umum âlem-i İslâma taalluk ettiği gibi; Asr-ı Saadetten şimdiye kadar bütün eâzım-ı İslâmın bağlandığı o nurânî zincirleri koparmaya, tahrib ve tahrif etmeye çalışanlar ve yardım edenler düşünsünler ki, ne kadar dehşetli bir hataya düşüyorlar. Ve zerre miktar şuurları varsa, titresinler!..

Dinle
-