Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 397
(390-463)

O vakit her bir âyâtı Kur’âniye; gâyet haşmetli ve vüs’atli bir makamdan, gâyet kesretli ve muhtelif ve ehemmiyetli muhatabından, nihayetsiz azamet ve celâl sahibi Mütekellimi Ezelî’den ve makamı mahbûbiyet-i uzma sahibi Tercüman-ı Âlîşanından aldığı bir kuvveti ulviyet, cezâlet ve belâğat içinde; parlak, hem pek parlak bir nûru i’cazı içinde gördüm. O vakit, değil umum Kur’ân; ya bir sûre, yahut bir âyet, belki herbir kelimesi birer mu’cize hükmüne geçti: “Elhamdülillahi alâ nûri’l-îman ve’l-Kur’ân” dedim. O aynı hakîkat olan hayalden “Na’büdü” nûn’una girdiğim gibi çıktım ve anladım ki: Kur’ânın değil âyetleri, kelimeleri, belki Nûn-u Na’büdü gibi ba’zı harfleri dahi mühim hakîkatların nurlu anahtarlarıdır.

Kalb ve hayal, o Nunu Na’büdü’den çıktıktan sonra, akıl karşılarına çıktı, dedi: “Ben de hisse isterim. Sizin gibi uçamam. Ayaklarım delildir, hüccettir. Aynı

ve de, Ma’bûd ve Müstean olan Hâlık’a giden yolu göstermek lâzımdır ki, sizin ile gelebileyim.” O vakit kalbe şöyle geldi ki: De o mütehayyir akla:

Bak kâinattaki bütün mevcûdâta; zîhayat olsun, câmid olsun, kemâl-i itaat ve intizam ile vazife sûretinde ubûdiyetleri var. Bir kısmı şuursuz, hissiz oldukları halde, gâyet şuurkârâne, intizam-perverâne ve ubûdiyetkârâne vazife görüyorlar. Demek bir Ma’bûd-u Bilhak ve bir Âmir-i Mutlak vardır ki, bunları ibâdete sevkedip istihdam ediyor.

Hem bak, bütün mevcûdâta, husûsan zîhayat olanlara.. herbirinin gâyet kesretli ve gâyet mütenevvi’ ihtiyacatı var ve vücûd ve bekasına lâzım pek kesretli, muhtelif matlubları var; en küçüğüne elleri ulaşmaz, kudretleri yetişmez. Halbuki o hadsiz matlabları, ummadığı yerden, vakt-i münasibde, muntazaman onların ellerine veriliyor ve bilmüşahede görünüyor.

İşte şu mevcûdâtın bu hadsiz fakr ve ihtiyacatı ve bu fevkalâde iânâtı gaybiyye ve imdadatı Rahmaniye bilbedahe gösterir ki: Bir Ganiyy-i Mutlak ve Kerîmi Mutlak ve Kadîr-i Mutlak olan bir hâmi ve râzıkları vardır ki, herşey ve her zîhayat, O’ndan istiâne eder, meded bekliyor. Ma’nen der. O vakit akıl,“Âmennâ ve saddaknâ” dedi.

Yedinci Nükte:Sonra o halde

dediğim vakit,

Dinle
-