Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 394
(390-463)

“Gökler ve zemîn; iki muti’ kışla hükmünde ve iki muntazam ordu merkezi sûretinde tek bir emirle veya boru gibi bir işâretle, o iki kışlada fenâ ve adem perdesinde yatan mevcûdât, o emre kemâl-i sür’atle ve itaatle “Lebbeyk!” deyip, meydan-ı haşir ve imtihana çıkarlar.”

İşte haşir ve kıyameti ne kadar mu’cizane bir üslûb-u âlî ile ifade edip ve o da’vanın içinde bir delil-i iknâîye işâret ediyor ki: Bilmüşahede nasılki zemînin cevfinde saklanmış ve ölmüş hükmündeki tohumlar ve cevv-i semâda, ademde ve küre-i havaiyede dağılmış, saklanmış katreler; nasıl kemâl-i intizam ve sür’atle haşrolup her baharda meydan-ı tecrübe ve imtihana çıkıyorlar; zemînde hububat, semâda katarat her vakit bir mahşernümun sûretini alırlar; öyle de, haşr-i ekber dahi öyle kolay zuhur eder. Mâdem bunu görüyorsunuz, onu dahi inkâr edemezsiniz. Ve hâkezâ... Şu âyetlere, sâir âyâttaki derece-i belâğatı kıyas edebilirsiniz. Acaba, şu tarzdaki âyâtın hakîki tercümesi mümkün müdür? Elbette değildir! Olsa olsa, ya kısa bir meâl-i icmâlî veya âyetin her cümlesi için beş-altı satır tefsir yazmak lâzım gelir.

Beşinci Nükte: Meselâ “Elhamdülillah” bir cümle-i Kur’âniyyedir. Bunun en kısa ma’nası, ilm-i Nahiv ve Beyân kaidelerinin iktiza ettiği şudur:



Yâni: “Ne kadar hamd ve medh varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hastır ve lâyıktır o Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd’a ki, Allah denilir.” İşte “ne kadar hamd varsa”, “el-i istiğrak”tan çıkıyor. “Her kimden gelse” kaydı ise, “hamd” masdar olup fâili terk edildiğinden, böyle makamda umûmîyeti ifade eder. Hem mef’ulün terkinde, yine makam-ı hitabîde külliyet ve umûmîyeti ifade ettiği için, “her kime karşı olsa” kaydını ifade ediyor. “Ezelden ebede kadar” kaydı ise; fi’lî cümlesinden ismî cümlesine intikal kaidesi, sebat ve devama delâlet ettiği için, o ma’nayı ifade ediyor. “Has ve müstehak” ma’nasını “Lillah”taki “lâm-ı cer” ifade ediyor. Çünkü: O “Lâm”, ihtisas ve istihkak içindir. “Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd” kaydı ise; vücub-u vücûd, ulûhiyetin lâzım-ı zarûrisi ve Zât-ı Zülcelâl’e karşı bir ünvan-ı mülahaza olduğundan, “Lâfzullah” sâir esmâ ve sıfâta câmiiyeti ve ism-i a’zam olduğu i’tibâriyle, delâlet-i iltizamiye ile delâlet ettiği gibi; Vâcibü’l-Vücûd ünvanına dahi, o delâlet-i iltizamiye ile delâlet ediyor.

Dinle
-