Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 395
(390-463)

İşte, “Elhamdülillah” cümlesinin en kısa ve ulemâyı Arabiyyece müttefekun aleyh bir ma’nayı zâhirîsi şöyle olursa, başka bir lîsana o i’caz ve kuvvetle nasıl tercüme edilebilir?

Hem elsine-i âlem içinde “Lîsan-ı Nahvî” Arabî’den başka birtek lîsan var; o da hiçbir vakit Arab lîsanının câmiiyetine yetişemez. Acaba o câmi’ ve i’cazdarâne olan lîsan-ı nahvî ile mu’cizekârane bir sûrette ve her ciheti birden bilir, irâde eder bir ilm-i muhit içinde zuhur eden kelimât-ı Kur’âniye; sâir elsine-i terkibiye ve tasrifiye vasıtasiyle, zihni cüz’î, şuuru kısa, fikri müşevveş, kalbi karanlıklı ba’zı insanların kelimât-ı tercümiyesi nasıl o mukaddes kelimât yerini tutabilir? Hatta diyebilirim ve belki isbat edebilirim ki: Herbir harf-i Kur’ân, bir hakâik hazinesi hükmüne geçer; ba’zan birtek harf, bir sahife kadar hakîkatları ders verir.

Altıncı Nükte: Bu ma’nayı tenvir için, kendi başımdan geçmiş nurlu bir hali ve hakîkatlı bir hayali söylüyorum. Şöyle ki:

Bir vakit deki nun-u mütekellim-i maalgayrı düşündüm ve mütekellim-i vahde sîgasından “Na’büdü” sîgasına intikalin sebebini kalbim aradı. Birden, namazdaki cemâatin fazileti ve sırrı, o nun’dan inkişaf etti. Gördüm ki: Namaz kıldığım o Bayezid Câmiindeki cemâatle iştirakimi ve herbiri benim bir nevi şefaatçim hükmüne ve kıraatımda izhar ettiğim hükümlere ve da’valara birer şahid ve birer müeyyid gördüm. Nâkıs ubûdiyetimi, o cemâatin büyük ve kesretli ibâdâtı içinde Dergâh-ı İlâhîyyeye takdime cesaret geldi. Birden bir perde daha inkişaf etti: Yani İstanbul’un bütün mescidleri ittisal peyda etti. O şehir, o Bayezid Câmii hükmüne geçti. Birden, onların duâlarına ve tasdiklerine ma’nen bir nevi mazhariyet hissettim. Onda dahi; rûy-i zemîn mescidinde, Kâ’be-i Mükerreme etrafında dâirevî saflar içinde kendimi gördüm. dedim. Benim bu kadar şefaatçilerim var; benim namazda söylediğim herbir sözü aynen söylüyorlar, tasdik ediyorlar. Mâdem hayalen bu perde açıldı; Kâ’be-i Mükerreme mihrab hükmüne geçti. Ben bu fırsattan istifade ederek o safları işhad edip, tahiyyatta getirdiğim, olan îmanın tercümanını mübârek Hacerü’l-Esved’e tevdi’ edip emanet bırakıyorum derken, birden bir vaziyet daha açıldı.

Dinle
-