hem ibâre, hem ma’na, hem isim noktalariyle bedi’liğine münâsebetdarlığı ihsas etmesine ve bu isim bir parça ona da bakmasına ve bu ismin müsemmasında, Risâle-i Nur çok yer işgal ettiği için, hak kazanmış olmasına tahmin ediyorum.
Sekizinci Remiz:
Suâl: Bütün kıymetdar kitablar içinde Risâle-i Nur, Kur’ânın işâretine ve iltifatına ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallahu Anh’ın takdir ve tahsinine ve Gavs-ı A’zam’ın (K.S.) teveccüh ve tebşirine vech-i ihtisası nedir? O iki zâtın kerâmetle Risâle-i Nur’a bu kadar kıymet ve ehemmiyet vermesinin hikmeti nedir?
Elcevab: Ma’lûmdur ki ba’zı vakit olur, bir dakika; bir saat ve belki bir gün, belki seneler kadar ve bir saat; bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ: Bir dakikada şehid olan bir adam, bir velâyet kazanır; ve soğuğun şiddetinden incimad etmek zamanında ve düşmanın dehşet-i hücumunda bir saat nöbet, bir sene ibâdet hükmüne geçebilir. İşte aynen öyle de: Risâle-i Nur’a verilen ehemmiyet dahi, zamanın ehemmiyetinden, hem bu asrın şerîat-ı Muhammediyeye (A.S.M.) ve şeâir-i Ahmediyeye (A.S.M.) ettiği tahribatın dehşetinden, hem bu âhirzamanın fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmet istiaze etmesi cihetinden, hem o fitnelerin savletinden mü’minlerin îmanlarını kurtarması noktasından Risâle-i Nur öyle bir ehemmiyet kesbetmiş ki: Kur’ân ona kuvvetli işâretle iltifat etmiş ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallahu Anhü üç kerâmetle ona beşâret vermiş ve Gavs-ı A’zam (K.S.) kerâmetkârane ondan haber verip, tercümanını teşci’ etmiş. Evet bu asrın dehşetine karşı taklidî olan i’tikâdın istinâd kal’aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan; her mü’min, tek başiyle dalâletin cemâatle hücumuna mukâvemet ettirecek gâyet kuvvetli bir îman-ı tahkikî lâzımdır ki dayanabilsin. Risâle-i Nur bu vazifeyi; en dehşetli bir zamanda ve en lüzumlu nazik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda; hakâik-i Kur’âniye ve îmaniyenin en derin ve en gizlilerini, gâyet kuvvetli bürhanlar ile isbat ederek; o îman-ı tahkikîyi taşıyan hâlis ve sâdık şâkirdleri dahi, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde -hizmet-i îmaniye i’tibâriyle âdeta birer gizli kutub gibi, mü’minlerin ma’nevî birer nokta-i istinâdı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i ma’nevîye-i i’tikâdları cesur birer zabit gibi; kuvve-i ma’nevîyeyi, ehl-i îmanın kalblerine verip, mü’minlere ma’nen mukâvemet ve cesaret veriyorlar.