Tılsımlar Mecmuası | Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı Mukaddeme | 52
(47-64)
Üçüncü Pencere: Zerrrelerden mürekkeb bir parça toprak, her bir çiçekli ve meyveli nebatatın neşvü nemasına menşe olabilir bir kâseyi o zerreciklerden doldursan, bütün dünyadaki her nevi çiçek ve meyveli nebatatın tohumcukları ki, o tohumcuklar hayvanatın nutfeleri gibi ayrı ayrı şeyler değil, nutfeler bir su olduğu gibi, o tohumlar da karbon, azot, müvellid-ül-mâ, müvellid-ül-humuzadan mürekkeb, mahiyetçe birbirinin misli, keyfiyetçe birbirinden ayrı, yalnız kader kalemiyle sırf ma’nevî olarak aslının programı tevdi edilmiş. İşte o tohumları nöbetle o kâseye koysak, her biri hârika cihazatiyle, eşkâl ve vaziyetiyle zuhur edeceğini, vuku bulmuş gibi inanırsın. Eğer o zerreler her bir şey'in her bir hal ve vaziyetini bilen ve herşeye (ona) lâyık vücûdu ve vücûdun levazımatını vermeye kadir ve kudretine nisbeten her şey kemâl-i suhuletle musahhar olan bir Zâtın memuru ve emirber bir vazifedarı olmazlarsa, o toprağın her bir zerresinde, ya bütün çiçekli ve meyvedarların adedince manevî fabrikalar ve matbaalar içinde bulunması lâzım gelir ki, o cihazatları ve eşkâlleri biribirinden uzak ve biribirinden ayrı mevcûdat-ı muhtelifeye menşe' olabilsin veya bütün o mevcûdata muhit bir ilim ve bütün onların teşkilâtına muktedir olacak bir kudret vermek lâzımdır. Tâ bütün onların teşkilâtına medar olsun. Demek Cenâb-ı Hak'tan nisbet kesilse, toprağın zerratı adedince ilâhlar kabul edilmesi lâzım gelir. Bu ise bin def'a muhal içinde muhal bir hurâfedir. Fakat memur oldukları vakit çok kolaydır. Nasıl bir sultân-ı azîmin bir âdi neferi, o padişahın namiyle ve onun kuvvetiyle bir memleketi hicret ettirebilir. İki denizi birleştirebilir. Bir şâhı esir edebilir. Öyle de; Ezel ve Ebed sultânı'nın emriyle, bir sinek bir nemrudu yere serer, bir karınca bir Fir'avunun sarayını harab eder, yere atar. Bir incir çekirdeği bir incir ağacını yüklenir.
Hem herbir zerrede, Vücub ve Vahdet-i Sânia iki şâhid-i sâdık daha var. Birisi; herbir zerre, acz-i mutlakiyle beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor ve cümudiyyeti ile beraber bir şu-ur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. Demek herbir zerre, lisan-ı acziyle Kadîr-i Mutlak'ın Vücûb-u Vücûduna ve nizam-ı âlemi gözetmesiyle vahdetine şehadet eder.
Hem herbir zerrede, Vücub ve Vahdet-i Sânia iki şâhid-i sâdık daha var. Birisi; herbir zerre, acz-i mutlakiyle beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor ve cümudiyyeti ile beraber bir şu-ur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. Demek herbir zerre, lisan-ı acziyle Kadîr-i Mutlak'ın Vücûb-u Vücûduna ve nizam-ı âlemi gözetmesiyle vahdetine şehadet eder.
كَمَا اَنَّ فِى كُلِّ ذَرَّةٍ شَاهِدَانِ عَلَى اَنّهُ وَاجِبٌ وَاحِدٌ كَذَلِكَ فِى كُلِّ حَىٍّ لَهُ اَيَتَانِ عَلَى اَنَّهُ اَحَدٌ صَمَدٌ
Evet herbir zîhayatta; biri Ehadiyet sikkesi, diğeri Samediyyet turrası bulunuyor. Zira bir zîhayat ekser kâinatta cilveleri görünen Esmâyı birden kendi âyinesinde gösteriyor. Âdeta bir nokta-i mihrâkıyye hükmünde Hayy-ı Kayyûm'un tecelli-i İsm-i A'zamını gösteriyor.Ses Yok