Tılsımlar Mecmuası | Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı Mukaddeme | 54
(47-64)
Aynen öylede; Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedaniyyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyyetin mek- tubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnad etsen, imtina derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkilatlı ve hiç bir vehim kabûl etmiyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki; tabiat için her bir cüz' toprakta, her bir katre suda, herbir parça havada, milyarlarca mâdenî matbaalar ve hadsiz ma’nevî fabrikalar bulunması lâzım. Tâ ki, hesapsız çiçekli, meyveli masnuatın teşekkülâtına mazhar olabilsin.Yahut herşey'e muhit bir ilim, herşey'e muktedir bir kuvvet, onlarda kabûl etmek lâzım gelir. Tâ şu masnuata hakîkî masdar olabilsin. Çünki, toprağın ve suyun ve havanın herbir cüz'ü, ekser nebatata menşe olabilir. Halbuki herbir nebat -meyveli olsa, çiçekli olsa- teşekkülâtı o kadar muntazamdır, o kadar mevzundur, o kadar birbirinden mümtazdır, o kadar keyfiyetçe birbirinden ayrıdır ki; herbirisine, yalnız ona mahsus birer ayrı ma’nevî fabrika veya ayrı birer matbaa lâzımdır. Demek tabiat, mistarlıktan masdarlığa çıksa; her bir şeyde bütün şeylerin makinelerini bulundurmağa mecburdur. İşte bu tabiatperestlik fikrinin esası, öyle bir hurafattır ki, hurafeciler dahi ondan utanıyorlar. Kendini âkıl zanneden ehl-i dalâletin, nasıl nihayetsiz hezeyanlı bir akılsızlık iltizam ettiklerini gör, ibret al!..
Elhasıl: Nasıl bir kitabın herbir harfi, kendi nefsini bir harf kadar gösterip ve kendi vücûduna tek bir sûretle delâlet ediyor ve kendi kâtibini on kelime ile târif eder ve çok cihetlerle gösterir. Meselâ: “Benim kâtibimin hüsn-ü hattı var: Kalemi kırmızıdır, şöyledir, böyledir.” der. Aynen öyle de: Şu kitab-ı kebîr-i âlemin her bir harfi, kendine cirmi kadar delâlet eder ve kendi sureti kadar gösterir. Fakat Nakkaş-ı Ezelî'nin esmâsını, bir kaside kadar tarif eder ve keyfiyetleri adedince işaret parmaklariyle o esmâyı gösterir, müsemmasına şehadet eder. Demek hem kendini, hem bütün kâinatı inkâr eden safsatacı gibi bir ahmak, yine Sâni-i Zülcelâl'in inkârına gitmemek gerektir!..
ALTINCI LEM'A: Hâlik-ı Zülcelâl'in nasılki mahlûkatının herbir ferdinin başında ve masnuatının herbir cüz'ünün cephesinde, Ehadiy-yetinin sikkesini koymuştur. (Nasılki geçmiş lem'alarda bir kısmını gördün.) Öyle de; her bir nev'in üstünde çok sikke-i Ehadiyyet, her bir küll üstünde müteaddid hâtem-i Vâhidiyyet, tâ mecmuu âlem üstünde mütenevvi turra-i vahdet, gayet parlak bir surette koymuştur. İşte pek-çok sikkelerinden ve hâtemlerden ve turralardan, sath-ı Arz sahifesin-de bahar mevsiminde vaz'edilen bir sikke, bir hâtemi göstereceğiz. Şöyle ki:
Ses Yok