Tılsımlar Mecmuası | Yirmialtıncı Söz Kader Risalesi | 89
(81-93)
müsmir hudutlar, hikmetli nihayetler olduğunu kat'iyyen anlıyoruz.Elbette herbir zîhayatın müddet-i hayatında geçireceği ahval ve etvârı, o kaderin kalemiyle tersim edilmiş. Çünki: Sergüzeşt-i hayatı, bir intizam ve mîzan ile cereyan ediyor. Suretler değiştiriyor, şekiller alıyor. Mâdem böyle umum zîhayatta kalem-i kader hükümrandır. Elbette âlemin en mükemmel meyvesi ve arzın halifesi ve emanet-i kübrânın hâmili olan insanın sergüzeşt-i hayatiyyesi, herşeyden ziyâde kaderin kanununa tâbidir.
Eğer desen: "Kader bizi böyle bağlamış. Hürriyetimizi selbetmiştir. İnbisat ve cevelâna müştak olan kalb ve ruh için kadere îman bir ağırlık, bir sıkıntı vermiyor mu?
Elcevab: Kat'a ve asla!.. Sıkıntı vermediği gibi, nihayetsiz bir hiffet, bir rahatlık ve revh u reyhânı veren ve emn ü emanı te'min eden bir sürur, bir nur veriyor. Çünki: İnsan kadere îman etmezse, küçük bir dairede cüz-î bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde, dünya kadar ağır bir yükü, bîçare ruhun omuzunda taşımaya mecburdur. Çünki: İnsan bütün kâinatla alâkadardır. Nihayetsiz makasıd ve metâlibi var. Kudreti, iradesi, hürriyeti; milyondan birisine kâfi gelmediği için, çektiği mânevî sıkıntı ağırlığı, ne kadar müdhiş ve muvahhiş olduğu anlaşılır. İşte kadere îman, bütün o ağırlığı kaderin sefinesine atar, kemal-i rahat ile, ruh ve kalbin kemâl-i hürriyyetiyle kemâlâtında serbest cevelânına meydan veriyor. Yalnız nefs-i emmarenin cüz-î hürriyetini selbeder ve fir'avuniyyetini ve rubûbiyyetini ve keyfemâyeşâ hareketini kırar. Kadere îman o kadar lezzetli, saadetlidir ki, târif edilmez. Yalnız şu temsil ile o lezzete ve o saadete bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:
İki adam, bir padişahın payitahtına giderler. O padişahın mahall-i garâib olan has sarayına girerler. Biri, padişahı bilmez; o yerde gasıbâne, sârikane tavattun etmek ister. Fakat o bahçe, o sarayın iktiza ettikleri idare ve tedbir ve vâridat ve makinelerini işlettirmek ve garib hayvanatın erzakını vermek gibi zahmetli külfetleri görür, mütemadiyen ıstırap çeker. O cennet gibi bahçe, başına bir cehennem gibi oluyor. Herşey'e acıyor. İdare edemiyor. Teessüfle vaktini geçirir.Sonrada, o hırsız edepsiz adam, te'dip sûretiyle hapse atılır. İkinci adam, padişahı tanır, padişaha kendini misafir bilir. Bütün o bahçede, o sarayda olan işler, bir nizam-ı kanunla cereyan ettiğini, herşey bir programla, kemâl-i sühuletle işlediğini îtikad eder. Zahmet ve külfetleri, padişahın kanununa bırakıp kemâl-i safa ile o cennet-misal bahçenin bütün lezzetlerinden istifade edip padişahın merhametine ve idare kanunlarının güzelliğine istinaden herşey'i hoş görür, kemâl-i lzzet ve saadetle
Eğer desen: "Kader bizi böyle bağlamış. Hürriyetimizi selbetmiştir. İnbisat ve cevelâna müştak olan kalb ve ruh için kadere îman bir ağırlık, bir sıkıntı vermiyor mu?
Elcevab: Kat'a ve asla!.. Sıkıntı vermediği gibi, nihayetsiz bir hiffet, bir rahatlık ve revh u reyhânı veren ve emn ü emanı te'min eden bir sürur, bir nur veriyor. Çünki: İnsan kadere îman etmezse, küçük bir dairede cüz-î bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde, dünya kadar ağır bir yükü, bîçare ruhun omuzunda taşımaya mecburdur. Çünki: İnsan bütün kâinatla alâkadardır. Nihayetsiz makasıd ve metâlibi var. Kudreti, iradesi, hürriyeti; milyondan birisine kâfi gelmediği için, çektiği mânevî sıkıntı ağırlığı, ne kadar müdhiş ve muvahhiş olduğu anlaşılır. İşte kadere îman, bütün o ağırlığı kaderin sefinesine atar, kemal-i rahat ile, ruh ve kalbin kemâl-i hürriyyetiyle kemâlâtında serbest cevelânına meydan veriyor. Yalnız nefs-i emmarenin cüz-î hürriyetini selbeder ve fir'avuniyyetini ve rubûbiyyetini ve keyfemâyeşâ hareketini kırar. Kadere îman o kadar lezzetli, saadetlidir ki, târif edilmez. Yalnız şu temsil ile o lezzete ve o saadete bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:
İki adam, bir padişahın payitahtına giderler. O padişahın mahall-i garâib olan has sarayına girerler. Biri, padişahı bilmez; o yerde gasıbâne, sârikane tavattun etmek ister. Fakat o bahçe, o sarayın iktiza ettikleri idare ve tedbir ve vâridat ve makinelerini işlettirmek ve garib hayvanatın erzakını vermek gibi zahmetli külfetleri görür, mütemadiyen ıstırap çeker. O cennet gibi bahçe, başına bir cehennem gibi oluyor. Herşey'e acıyor. İdare edemiyor. Teessüfle vaktini geçirir.Sonrada, o hırsız edepsiz adam, te'dip sûretiyle hapse atılır. İkinci adam, padişahı tanır, padişaha kendini misafir bilir. Bütün o bahçede, o sarayda olan işler, bir nizam-ı kanunla cereyan ettiğini, herşey bir programla, kemâl-i sühuletle işlediğini îtikad eder. Zahmet ve külfetleri, padişahın kanununa bırakıp kemâl-i safa ile o cennet-misal bahçenin bütün lezzetlerinden istifade edip padişahın merhametine ve idare kanunlarının güzelliğine istinaden herşey'i hoş görür, kemâl-i lzzet ve saadetle
Ses Yok