Tılsımlar Mecmuası | Yirmidokuzuncu Sözün İkinci Maksadı | 118
(103-122)
Ömr-ü fıtrîsi var ise, alâ-külli-hal bir ecel-i fıtrîsi vardır. Gayet geniş bir istikra ve tetebbu ile sabittir ki, öyle şeyler, mevtin pençesinden kendini kurtaramaz. Evet nasıl ki insan küçük bir âlemdir, yıkılmaktan kurtulamaz. Âlem dahi büyük bir insandır, o dahi ölümün pençesinden kurtulamaz. O da ölecek sonra dirilecek veya yatıp sonra subh-u haşirle gözünü açacaktır. Hem nasılki, kâinatın bir nüsha-i musağğarası olan bir şecere-i zîhayat, tahrib ve inhilâden başını kurtaramaz. Öyle de: Şecere-i hilkatten teşa'ub etmiş olan silsile-i kâinat tâmir ve tecdid için, tahribden, dağılmaktan kendini kurtaramaz. "Eğer dünyanın ecel-i fıtrîsindin evvel İrade-i Ezeliyyenin izni ile, hâricî bir maraz veya muharrib bir hâdise başına gelmezse ve onun Sâni-i Hakîm'i dahi, ecel-i fıtrîden evvel onu bozmazsa, herhalde hattâ fennî bir hesap ile bir gün gelecekki:
اِذَ الشَّمْسُ كُوِّرَتْ * وَاِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْ * وَاِذَ الْجِبَالُ سُيِّرَتْ * اِذَا السَّمَآءُ انْفَطَرَتْ * وَاِذَا الكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْ * وَاِذَ الْبِحَارُ فُجِّرَتْ*
mânaları ve sırları, Kadîr-i Ezelînin izni ile tezahür edip, o dünya olan büyük insan sekerâta başlayıp acip bir hırıltı ile ve müthiş bir savt ile fezayı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecek; sonra emr-i İlâhî ile dirilecektir.
İNCE REMİZLİ BİR MES'ELE
Nasılki su, kendi zararına olarak incimad eder.Buz, buzun zararına temeyyu eder. Lüb, kışrın zararına kuvvetleşir. Lâfz, mâna zararına kalınlaşır. ruh, cesed hesabına zaifleşir. Cesed, ruh hesabına inceleşir. Öyle de: Âlam-i kesif olan dünya, âlem-i lâtif olan âhiret hesabına, hayat makinesinin işlemesiyle şeffaflaşır, lâtifleşir.Kudret-i Fâtıra, gayet hayret verici bir faaliyetle kesif, câmid, sönmüş, ölmüş eczalarda nur-u hayatı serpmesi, bir remz-i kudrettir ki; âlem-i lâtif hesabına şu âlem-i kesifi nur-u hayat ile eritiyor, yandırıyor, ışıklandırıyor, hakikatını kuvvetleştiriyor. Evet, hakikat ne kadar zaif ise de ölmez, suret gibi mahvolmaz. Belki teşahhuslarda, suretlerde seyr ü sefer eder. Hakikat büyür, inkişaf eder, gittikçe genişlenir. Kışır ve suret ise eskileşir, inceleşir, parçalanır. Sabit ve büyümüş hakikatın kametine yakışmak için daha güzel olarak tazeleşir. Ziyade ve noksan noktasında hakikatla suret, mâkûsen mütenâsiptirler. Yâni: Suret kalınlaştıkça, hakikat inceleşir. Suret inceleştikçe, hakikat o nisbette kuvvet bulur. İşte şu kanun, kanun-u tekâmüle dahil olan bütün eşyaya şamildir. Demek herhalde bir zaman gelecek ki: Kâinat hakikat-ı uzmasının kışır ve sureti
Ses Yok