Tılsımlar Mecmuası | Otuzuncu Sözün İkinci Maksadı | 132
(123-134)
Hem madem herşey'in hakikatı, Cenâb-ı Hakk'ın bir isminin tecellisine bakar, ona bağlıdır, ona âyinedir. O şey, ne kadar güzel bir vaziyet alsa, o ismin şerefinedir; o isim öyle ister. O şey bilse, bilmese; o güzel vaziyet, hakikat nazarında matluptur. Ve şu hakikattan gayet muazam bir "Kanun-u Tahsin ve Cemâl"in ucu görünüyor.
Hem madem Fâtır-ı Kerîm, düstur-u kerem iktizasiyle bir şey'e verdiği makanı ve kemâli, o şey'in müddeti ve ömrü bitmesiyle, o kemâli geriye almıyor. Belki, o zîkemalin meyvelerini, neticielerini, mânevî hüviyetini ve mânasını, ruhlu ise ruhunu ibka ediyor. Meselâ: Dünyada insanı mazhar ettiği kemâlatın mânalarını, meyvelerini ibka ediyor. Hattâ müteşekkir bir mü'minin yediği zâil meyvelerin şükrünü, hamdini; mücesem bir meyve-i Cennet suretinde tekrar ona veriyor. Ve şu hakikatta muazam bir "Kanun-u Rahmet"in ucu görünüyor.
Hem madem Hallâk-ı Bîmisal israf etmiyor, abes işleri yapmıyor. Hattâ güz mevsiminde vazifesi bitmiş, vefat etmiş mahlûkların enkaz-ı maddiyyesini bahar masnuatında isti'mal ediyor; onların binalarında dercediyor. Elbette يَوْمَ تُبَدَّلُ الاَرْضُ غَيْرَ الاَرْضِ sırriyle, وَاِنَّ الدَّارَ الاَخِرَةَ الْحَيْوَانُ işaretiyle şu dünyada câmid, şuursuz ve mühim vazifeler gören zerrat-ı arziyyenin elbette taşı, ağacı, herşey'i zîhayat ve zişuur olan âhiretin bâzı binalarında derc ve isti'mali mukteza-yı hikmettir. Çünki: Harab olmuş dünyanın zerratını dünyada bırakmak veya ademe atmak israftır. Ve şu hakikattan pek muazzam bir "Kanun-u Hikmet"in ucu görünüyor.
Hem madem şu dünyanın pekçok âsârı ve mâneviyyatı ve meyveleri ve cin ve ins gibi mükellefînin mensucat-ı amelleri, sahâif-i ef'alleri, ruhları, cesedleri âhiret pazarına gönderiliyor. Elbette o semerata ve mânalara hizmet eden ve arkadaşlık eden zerrat-ı arziyye dahi, vazife noktasında kendine göre tekemmül ettikten sonra, yâni nur-u hayata çok def'a hizmet ve mazhar olduktan sonra ve hayatî tesbihata medar olduktan sonra şu harab olacak dünyanın enkazı içinde, şu zerratı dahi öteki âlemin binasında dercetmek mukteza-yı adl ve hikmettir. Ve şu hakikattan pek muazzam bir "Kanun-u Adl"in ucu görünüyor.
Hem madem ruh cisme hâkim olduğu gibi; câmid maddelerde dahi
Hem madem Fâtır-ı Kerîm, düstur-u kerem iktizasiyle bir şey'e verdiği makanı ve kemâli, o şey'in müddeti ve ömrü bitmesiyle, o kemâli geriye almıyor. Belki, o zîkemalin meyvelerini, neticielerini, mânevî hüviyetini ve mânasını, ruhlu ise ruhunu ibka ediyor. Meselâ: Dünyada insanı mazhar ettiği kemâlatın mânalarını, meyvelerini ibka ediyor. Hattâ müteşekkir bir mü'minin yediği zâil meyvelerin şükrünü, hamdini; mücesem bir meyve-i Cennet suretinde tekrar ona veriyor. Ve şu hakikatta muazam bir "Kanun-u Rahmet"in ucu görünüyor.
Hem madem Hallâk-ı Bîmisal israf etmiyor, abes işleri yapmıyor. Hattâ güz mevsiminde vazifesi bitmiş, vefat etmiş mahlûkların enkaz-ı maddiyyesini bahar masnuatında isti'mal ediyor; onların binalarında dercediyor. Elbette يَوْمَ تُبَدَّلُ الاَرْضُ غَيْرَ الاَرْضِ sırriyle, وَاِنَّ الدَّارَ الاَخِرَةَ الْحَيْوَانُ işaretiyle şu dünyada câmid, şuursuz ve mühim vazifeler gören zerrat-ı arziyyenin elbette taşı, ağacı, herşey'i zîhayat ve zişuur olan âhiretin bâzı binalarında derc ve isti'mali mukteza-yı hikmettir. Çünki: Harab olmuş dünyanın zerratını dünyada bırakmak veya ademe atmak israftır. Ve şu hakikattan pek muazzam bir "Kanun-u Hikmet"in ucu görünüyor.
Hem madem şu dünyanın pekçok âsârı ve mâneviyyatı ve meyveleri ve cin ve ins gibi mükellefînin mensucat-ı amelleri, sahâif-i ef'alleri, ruhları, cesedleri âhiret pazarına gönderiliyor. Elbette o semerata ve mânalara hizmet eden ve arkadaşlık eden zerrat-ı arziyye dahi, vazife noktasında kendine göre tekemmül ettikten sonra, yâni nur-u hayata çok def'a hizmet ve mazhar olduktan sonra ve hayatî tesbihata medar olduktan sonra şu harab olacak dünyanın enkazı içinde, şu zerratı dahi öteki âlemin binasında dercetmek mukteza-yı adl ve hikmettir. Ve şu hakikattan pek muazzam bir "Kanun-u Adl"in ucu görünüyor.
Hem madem ruh cisme hâkim olduğu gibi; câmid maddelerde dahi
Ses Yok