Tılsımlar Mecmuası | Otuzuncu Sözün İkinci Maksadı | 129
(123-134)
İKİNCİ NOKTA: Herbir zerrede, Vâcib-ül-vücud'un vücuduna ve vahdetine iki şâhid-i sâdık vardır. Evet, zerre; acz ve cümudiyle beraber şuurkârane büyük vazifeleri yapmakla, büyük yükleri kaldırmakla Vâcib-ül-vücud'un vücuduna kat'î şehadet ettiği gibi, harekâtında nizamat-ı umumiyyeye tevfik-ı hareket edip her girdiği yerde ona mahsus nizamatı müraat etmekle, her yerde kendi vatanı gibi yerleşmesiyle Vâcib-ül-vücud'un vahdetine ve mülk ve melekûtun mâliki olan Zâtın ehadiyyetine şehadet eder. Yâni, zerre kimin ise, gezdiği bütün yerlerde onundur. Demek zerre, (çünki) âcizdir; yükü nihayetsiz ağırdır ve vazifeleri nihayetsiz çoktur.Bir Kadîr-i Mutlak'ın ismiyle,emriyle kaim ve müteharrik olduğun bildirir. Hem, kâinatın nizamat-ı külliyyesini bilir bir tarzda tevfik-ı hareket etmesi ve her yere mânisiz girmesi; tek bir Alîm-i Mutlak'ın kudretiyle, hikmetiyle işlediğini gösterir. Evet nasılki bir nefer; takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında ve hâkeza.. herbir dairede birer nisbeti ve o nisbete göre birer vazifesi olduğunu ve o nisbetleri, o vazifeleri bilmekle tevfik-ı hareket etmek, nizamat-ı askeriyye tahtında tâlim ve tâlimat görmekle bütün o dairelere kumanda eden birtek kumandan-ı âzamın emrine ve kanununa tebaiyyetle oluyor. Öyle de; herbir zerre, birbiri içindeki mürekkebatta birer münasib vaziyeti, ayrı ayrı maslahatlı birer nisbeti, ayrı ayrı muntazam birer vazifesi, ayrı ayrı hikmetli neticeleri bulunduğundan elbette o zerreyi, o mürekkebatta bütün nisbet ve vazifelerini muhafaza edip netice ve hikmetleri bozmıyacak bir tarzda yerleştirmek; bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olan bir Zâta mahsustur. Meselâ: Tevfik'in(*) göz bebeğinde yerleşen zerre, gözün âsâb-ı muharrike ve hassâse ve şerâyin ve evride gibi damarlara karşı münasib vaziyet alması ve yüzde ve sonra başta ve gövdede, daha sonra hey'et-i mecmua-i insâniyyede herbirisine karşı birer nisbeti, birer vazifesi, birer faydası kemâl-i hikmetle bulunması gösteriyor ki; bütün o cismin bütün âzâsını îcad eden bir zât, o zerreyi o yerde yerleştirebilir. Ve bilhassa rızk için gelen zerreler, rızk kafilesinde seyr ü sefer eden o zerreler, o kadar hayret-feza bir intizam ve hikmetle seyr ü seyahat ederler ve öyle tavırlarda, tabakalarda intizamperverane geçip gelirler ve öyle şuurkârane ayak atıp hiç şaşırmıyarak gele gele tâ beden-i zîhayatta dört süzgeçle süzülüp rızka muhtaç âzâ ve hüceyratın imdadına yetişmek için kandaki küreyvat-ı hamrâya yüklenip bir kanun-u keremle imdada yetişirler. Ondan bilbedâhe anlaşılır ki: Şu zerreleri binler muhtelif menzillerden geçiren, sevk eden; elbette ve elbette bir Rezzâk-ı Kerîm, bir Hallâk-ı Rahîm'dir ki, kudretine nisbeten zerreler, yıldızlar omuz omuza müsavidirler.
_ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _
(*)Nur'un birinci kâtibidir.
Ses Yok