Tılsımlar Mecmuası | Otuzuncu Sözün İkinci Maksadı | 128
(123-134)
değişir ve çoğalır. Taayyünât-ı itibariyye ve teşahhusat-ı muvakkate, tebdil edildikleri ve zâhiren fânî oldukları halde; onların maânî-i cemîleleri muhafaza olunup, sabit ve bâkî kalır. Şu ağacın geçen bahardaki yaprak ve çiçek ve meyvelerinin ruhları olmadığından, şu bahardaki emsâlinin, hakikatça aynılarıdır. Yalnız teşahhusat-ı itibariyyede fark var. Fakat o itibarî teşahhuslar, her vakit tecelliyatı tazelenmekte olan şuunat-ı Esmâ-i İlâhiyyenin mmaânîlerini ifade için şu bahardakiler, ayrı teşahhusatla onların yerine geldiler.
Dördüncüsü: Hadsiz âlem-i misal gibi gayet geniş âlem-i melekût ve gayr-i mahdut sair uhrevî âlemlere birer mahsulât veya tezyinat veya levazımat gibi onlara münasip şeyleri yetiştirmek için şu dar mezraa-i dünyada, zemin yüzünün tezgâhında ve tarlasında Hakîm-i Zülcelâl, zerratı tahrik edip; kâinatı, seyyale ve mevcudatı, seyyare ederek; şu küçük zeminde o pek büyük âlemlere pek çok mahsulât-ı mâneviyye yetiştiriyor. Nihayetsiz hazine-i kudretinden nihayetsiz bir seyli, dünyadan akıttırıp âlem-i gayba ve bir kısmını âhiret âlemlerine döküyor.
Beşincisi: Nihayetsiz kemalât-ı İlâhiyyeyi, hadsiz celevât-ı cemaliyyeyi ve gayetsiz tecelliyat-ı celâliyyeyi ve gayr-i mütenâhî tesbihat-ı Rabbâniyyeyi şu dar ve mahdut zeminde ve mütenâhî ve az bir zamanda göstermek için zerratı kemâli hikmetle kudretiyle tahrik edip, kemâl-i inkizamla tavzif ederek; mütenâhî bir zamanda, mahdut bir zeminde gayr-i mütenâhî tesbihat yaptırıyor. Gayr-i mahdut tecelliyat-ı cemâyille ve celâliyye ve kemâliyyesini gösteriyor. Çok hakaik-ı gaybiyye ve çok semerat-ı uhreviyye ve fânîlerin bâkî olan hüviyet ve suretlerinden pekçok nukuş-u misâliyye ve çok mânidar nusuc-u levhiyyeyi îcad ediyor. Demek zerreyi tahrik eden; şu makasıd-ı azîmeyi, şu hikem-i cesîmeyi gösteren bir zâttır. Yoksa herbir zerrede, güneş gibi bir dimağ bulunması lâzım gelir.
Daha bu beş nümune gibi belki beşbin hikmetle tahrik olunan zerratın tahavvülâtını, o akılsız feylesoflar hikmetsiz zannetmişler ve hakikatta biri enfüsî, diğeri âfâkî iki hareket-i cezbekâranede zikir ve tesbih-i İlâhî ile Mevlevî gibi zikreden ve deverana kalkan o zerreleri, kendi kendine, sersem gibi dönüp oynuyorlar zu'metmişler.
İşte bundan anlaşılıyor ki; onların ilimleri ilim değil, cehildir. Hikmetleri, hikmetsizliktir.
(Üçüncü Noktada altıncı uzun bir hikmet daha söylenecektir.)
Ses Yok