ve küre-i arzın yarısına bin üç yüzeli sene kemâl-i haşmet ile kumandanlık eden ve cihanı velveleye veren ve şöhretşiar şuunatıyla nev’-i beşerin belki kâinatın elhak medâr-ı fahri olan bir Zâtı; -hâşâ yüzbin defa hâşâ!- sahtekâr, Allah’tan korkmaz ve bilmez ve haysiyetini tanımaz, insânîyyetin âdi derecesinde farzetmekle yüz derece muhali birden irtikâb etmek lâzım gelir. Çünki şu mes’elenin ortası yoktur. Zira, farz-ı muhal olarak Kur’an Kelâmullah olmazsa; arştan düşse, ortada kalamaz. Belki, yerde yalancı birinin malı olduğunu kabûl etmek lâzımgelir. Bu ise ey şeytan! Yüz derece sen katmerli bir şeytan olsan bozulmamış hiçbir aklı kandıramazsın ve çürümemiş hiçbir kalbi ikna edemezsin...
Şeytan döndü, dedi: Nasıl kandıramam? Ekser insânlara ve insânın meşhur âkıllerine Kur’anı ve Muhammed’i inkâr ettirdim.
ELCEVAB:Evvelâ, gayet uzak mesâfeden bakılsa, en büyük şey, en küçük şey gibi görünebilir. Bir yıldız; bir mum kadar denilebilir.
Sâniyen: Hem tebeî, sathî bir nazarla bakılsa, gayet muhal bir şey, mümkün görünebilir. Bir zaman bir ihtiyar adam Ramazan hilâlini görmek için semâya bakmış. Gözüne bir beyaz kıl inmiş. O kılı Ay zannetmiş. “Ay’ı gördüm” demiş. İşte muhaldir ki; hilâl, o beyaz kıl olsun. Fakat kasden ve bizzât Ay’a baktığı ve o saçı tebeî ve dolayısıyla ve ikinci derecede göründüğü için o muhali mümkün telakki etmiş.
Sâlisen: Hem, kabûl etmemek başkadır, inkâr etmek başkadır. Adem-i kabûl bir lâkaydlıktır. Bir göz kapamaktır. Ve câhilane bir hükümsüzlüktür. Bu sûrette çok muhal şeyler onun içinde gizlenebilir. Onun aklı onlarla uğraşmaz. Amma inkâr ise; o adem-i kabûl değil, belki o kabûl-ü ademdir, bir hükümdür. Onun aklı hareket etmeye mecburdur. O halde senin gibi bir şeytan onun aklını elinden alır. Sonra inkârı ona yutturur. Hem, ey şeytan! Bâtılı hak ve muhali mümkün gösteren gaflet ve dalâlet ve safsata ve inad ve muğalata ve mükâbere ve iğfal ve görenek gibi şeytanî desiselerle, çok muhalâtı intaç eden inkâr ve küfrü o bedbaht insân sûretindeki hayvanlara yutturmuşsun.
Râbian: Hem Kur’anı kelâm-ı beşer farzetmek, lâzımgelir ki: Âlem-i insânîyyetin semâvâtında yıldızlar gibi parlayan asfiyalara, sıddıkînlere, aktablara bilmüşâhede rehberlik eden ve bilbedâhe mütemadiyen hak ve hakkaniyeti, sıdk ve sadakatı, emn ve emaneti umum tabakat-ı ehl-i kemâle tâlim eden ve erkân-ı îmâniyenin hakaikiyle ve erkân-ı İslâmiyyenin desatiriyle iki cihanın saadetini temin eden ve bu icraatının şehadetiyle