Mahbub-u Bilhak ve Habib-i hakikî olan Zât-ı Zülcelâl, hakikî olan kemâlâtını ve sıfât ve Esmâsının güzelliklerini kendine lâyık bir tarzda sever, muhabbet eder. Hem o kemâlâtın mazharları, âyineleri olan san’atını ve masnuatını ve mahlûkatının mehâsinini sever, muhabbet eder. Enbiyasını ve evliyasını, husûsan, Seyyid-ül Mürselîn ve Sultan-ül Evliya olan Habib-i Ekremini sever. Yâni; kendi cemâlini sevmesiyle, o cemâlin âyinesi olan Habibini sever. Ve kendi Esmâsını sevmesiyle, o Esmânın mazhar-ı câmii ve zîşuuru olan o Habibini ve ihvanını sever. Ve san’atını sevmesiyle, o san’atın dellâl ve teşhircisi olan o Habibini ve emsalini sever. Ve masnuatını sevmesiyle, o masnuata karşı: “Mâşâallah, Bârekâllah, ne kadar güzel yapılmışlar” diyen ve takdir eden ve istihsan eden O Habibini ve O’nun arkasında olanları sever. Ve mahlûkatının mehâsinini sevmesiyle, o mehâsin-i ahlâkın umumunu câmi’ olan O Habib-i Ekremini ve O’nun etba ve ihvanını sever, muhabbet eder.
ÜÇÜNCÜ REMİZ: Umum kâinattaki umum kemâlât, bir Zât-ı Zülcelâl’in kemâlinin âyâtıdır ve cemâlinin işaratıdır. Belki hakikî kemâline nisbeten bütün kâinattaki hüsün ve kemâl ve cemâl, zaîf bir gölgedir. Şu hakîkatın beş hüccetine icmâlen işaret ederiz.
Birinci Hüccet: Nasılki: mükemmel, muhteşem, münakkaş, müzeyyen bir saray; mükemmel bir ustalık, bir dülgerliğe bilbedâhe delâlet eder. Ve mükemmel fiil olan o dülgerlik, o nakkaşlık; bizzarure mükemmel bir fâile, bir ustaya, bir mühendise ve “nakkaş ve Musavvir” gibi ünvan ve isimleriyle beraber delâlet eder. Ve mükemmel o isimler dahi, şüphesiz o ustanın mükemmel, san’atkârane sıfatına delâlet eder. Ve o kemâl-i san’at ve sıfat, bilbedâhe o ustanın kemâl-i istidadına ve kabiliyetine delâlet eder. Ve o kemâl-i istidad ve kabiliyet, bizzarure o ustanın kemâl-i zâtına ve ulviyyet-i mahiyyetine delâlet eder.
Aynen öyle de: Şu saray-ı âlem, şu mükemmel, müzeyyen eser; bilbedâhe, gayet kemâldeki ef’ale delâlet eder. Çünki eserdeki kemâlât, o ef’alin kemâlâtından ileri gelir ve onu gösterir. Kemâl-i ef’al ise, bizzarure bir Fâil-i Mükemmele mükemmele ve o fâilin kemâl-i esmâsına, yâni âsâra nisbeten; Müdebbir, Mûsavvir, Hakîm, Rahîm, Müzeyyin gibi isimlerin kemâline delâlet eder. İsimlerin ve ünvanların kemâli ise; şeksiz şüphesiz o fâilin kemâl-i evsafına delâlet eder. Zira; sıfat mükemmel olmazsa, sıfattan neş’et eden isimler, ünvanlar mükemmel olamaz. Ve o evsafın kemâli, bilbedâhe şuunat-ı zâtiyyenin kemâline delâlet eder. Çünki sıfâtın mebde’leri, o şuun-u zâtiyyedir.