Beşinci Hüccet: Mâlûmdur ki; üç dört muhtelif yoldan gelenler, aynı bir hâdiseyi söyleseler, yakîni ifade eden tevatür derecesinde o hâdisenin kat’î vukuuna delâlet eder.
İşte; meşrebce ve meslekçe ve istidadca ve asırca gayet muhtelif ayrı ayrı bütün muhakkikînin muhtelif tabakatından ve evliyanın muhtelif turuklarından ve asfiyanın muhtelif mesleklerinden ve hükemâ-yı hakîkiyyenin muhtelif mezheblerinden olan bütün ehl-i keşif ve zevk ve şuhud ve müşahede, keşif ve zevk ve şuhud ile ittifak etmişler ki: Kâinat mezahirinde ve mevcûdât âyinelerinde görülen mehâsin ve kemâlât, bir tek Zât-ı Vâcib-ül Vücûd’un tecelliyat-ı kemâlidir ve cilve-i cemâl-i Esmâsıdır.
İşte bunların icmâı, sarsılmaz bir hüccet-i katıadır.
Tahmin ederim ki: Şu remizde ehl-i dalâletin vekili, işitmemek için kulağını kapayıp kaçmağa mecburdur. Zâten zulmetli kafaları, huffaş misillü, bu nurları görmeğe tahammül edemezler. Öyle ise, bundan sonra onları, pek de nazara almayacağız...
DÖRDÜNCÜ REMİZ: Bir şeyin lezzeti, hüsnü, cemâli, emsal ve ezdadına bakmaktan ziyâde, mazharlarına bakarlar. Meselâ: Kerem, güzel ve hoş bir sıfattır. Kerim olan zât, başka mükrimlere tefevvuk cihetiyle aldığı lezzet-i nisbiyyeden bin defa daha hoş bir lezzeti, ikram ettiği adamların telezzüzleriyle, ferahlarıyla alır. Hem bir şefkat ve merhamet sahibi, şefkat ettiği mahlûkların istirahatleri derecesinde hakikî bir lezzet alır. Meselâ: Bir validenin evlâdının mes’udiyetlerinden ve istirahatlerinden, şefkat vasıtasıyla aldığı lezzet, o derece kuvvetlidir ki; onların rahatı için ruhunu fedâ eder derecesine getirir. Hattâ o şefkatin lezzeti, tavuğu civcivlerini himaye etmek için arslana saldırtır.
İşte, mâdem evsaf-ı âliyedeki hakikî lezzet ve hüsün ve saadet ve kemâl, akran ve ezdada bakmıyor. Belki mezahir ve müteallikatına bakıyor. Elbette Hayy-ı Kayyum ve Hannan-ı Mennan ve Rahîm ve Rahmân olan Zât-ı Zülcemâl ve Kemâl’in rahmetindeki cemâl ise, merhumlara bakar.